31 Aralık 2007 Pazartesi

bu gecenin bi şeyin sonu mu olması lazım yoksa başı mı olması lazım, kıçı başı ayrı mı oynaması lazım yoksa koltuğa uzanıp uzaklara mı dalması lazım, unuttuklarından mı hatırlaması lazım, boşanıp semerinden mi yemesi lazım, şapkadan bir tavşan lazım, tavşana niyet çektirmek lazım, neye niyet neye kısmet fazla yormamak derin bi nefes almak lazım. evet eksiğim buydu, derin bi nefes..
şimdi kendime istesem de istemesem de bir soruyorum, nerede olmak isterdim..
cevabı biliyorum, cevabı biliyorsun, cevabı biliyorlar, cevabım mavi içerisinden balık geçer, geçeydi iyiydi..
ama öyle değil.
kısmet diyerek gülümsüyorum, büyüklerimin ellerinden hürmetle öperim, küçüklerimin yanaklarından.. mutlu bi sene olacak mı önümüzdeki? hahahahaha her sene aynı şaka..

30 Aralık 2007 Pazar

seni seviyorumun içine nal salmak

ayakkabılarını kapımın önünde görmeyi istiyorum!
çünkü bu,
seni seviyorumun içine nal salmak demektir
ve hareketinin bana durduğunu akla uydurur.
oysa seni sevmem toplumu meşru kılar
ve gitmen beni dile indirger sevgilim

(ah muhsin ünlü)

bi çay koy..

sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

ah muhsin ünlü

ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

yüzyıl şilisinden bir dazz javulcusu inliyor tam arlarımda
hiç durmadan kentlimağlup kıyasıya mağrur ve mor
bir çocuğum şimdi pişman olmak için
birbiriylebağlantılıyüzbinlerceyılım vor.

seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther'in
leş kanını
gül kılar.

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, tirenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim
çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.
gideceğim ensk ökümde devlet denen şirk,
beb gözüğümde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.

bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir kesin ordum akıverecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.

inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden
helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu tüyük bürk şairi ben
-ve emir "kun" diyor; doğuruluyorum-
"bu ülke"den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.
bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ikdildar tohmekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.
bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.

ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm
birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm!

ah laikse aşkımız biter elbet bir kışbaharyaz günü
gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yayar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur
sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.

ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmama larcivert lavlar akıtır.
nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.

biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

mıknatıssız bir pusula olarak

'06

"bunalıyorum muntazaman" isimli bir rock grubu kurup sahne almak için çok mu geç kalındı dersin ey defter-i mon cher?
kazık kadar oldum ama aklım hala başımı dar buluyor kendine, arada çıkıp gezesi var.
olsun varsın, kısmet buymuş diyerek
ve ciğerlerime bir derin dumanlı nefes daha çekerek
devam ederim hayatıma..
evet.

( - bir sonrası..-. )

seni sonsuza kadar özlemek ya da bir göz açıp kapama süresinde unutmak istiyorum. bir şair romantizmine kapılıp tüm utanmalardan uzakta, içimden geçen kelimeleri sıraya dizmek ve sana vermek istiyorum.
bir işe yaramadığını unutmak ve bir yere varabilir gibi davranmak..
şimdi bir kere daha denizin üzerinde yürümek istiyorum.
bunun gerçek olduğunu bir tek ben gördüm, bu yüzden sadece ben inanıyorum (insanlar görmedikleri hiçbir şeye inanmak istemiyorlar ama bana tanrıdan bahsediyorlar).
bu kelimeler bana ait, yıllardır dilediğim gibi kullanma hakkına sahibim. ya da sonsuza dek içimde saklayabilirim. "Tercih" bir kelime ve bir işlem. kelimeler ile dilediğim işlemi yapabilirim.
hesabı isteyip kalkabilirim ama biliyorum ki önce ödemeliyim.
o'nun dediği gibi; tüm zarar ziyanın hesabı bende. öderim, alacaklarına da sayabilir hayat, benim hesabım hayata uymayabilir, üstü de kalabilir..

Cam kent

"Buna konuşmak derler. Doğru terim bu sanırım. Sözcükler insanın ağzından çıktığında havaya uçarlar, bir an hayatta kalır ve ölürler. Tuhaf, değil mi? Benim fikrim yok. Hayır ve yine hayır. Ama yine de ihtiyacınız olan sözcükler vardır. Pek çok sözcük vardır. Sanırım milyonlarcası. Belki de yalnızca üç ya da dört.."

18 Aralık 2007 Salı

bütün aylarım bitiyorlardı lakin sanki ömürlerim geçmek bilmiyorlardı. yanlarım ağrıyorlardı, omuzlarım ağrıyorlardı, bir masaj hiç fena olmazdı lakin masaj yapanlarım neredelerdi hiç bilmiyorlardım. bir takım saçmalıkların peşini ben bırakmıyordum bir takım kötü rüyalarda benim peşimi bırakmıyorlardı. bok içinde badem dudu isimli rüyalarımdan çok daralmıştım, pisti, ellerime yüzlerime bulaştırıyordum bokları, içim daralıyordu, neyseki kokmuyorlardı rüyalarım. sabah kalkıyor ellerimi sabunluyordum, rüyalar suyla sabunla çıkmıyorlar mıydı? neyseki kokmuyorlardı. kalın yazmak istiyordum yatık yazmak istiyordum hatta albayı müsade ederse gotik yazmak istiyordum, kelimelerim bitmiyorlardı ama yazıcak şeyler bir yerlere kaçmış oluyorlardı. bunun sonucunda muntazam bir şekilde saçmalıyordum. canım sıkılıyordu evet hepsi bundan kaynaklanıyordu biliyordum. ben gül satıyordum sen aşkıma karşılık vermiyordun bunlar eski günlerde oluyordu, patlama panik falan yaratmamıştı kimsede, kendi kendimize panik olup hatalar yapmıştık bir zamanlar şimdi ceremesini çekiyorduk yine kendilerimizle. kendilerimizi valizlerimize sığdırıp tren yolculuğu bile yapmıştık, ben sincan halkını götümü göstermek suretiyle şereflendirmiştim, sen bana çok gülmüştün, sattığın güller yerlere dağılmıştı, sincanda en ufak bir etkisini görememiştik bu olan bitenin, her şey yerli yerinde kalmıştı, biz kalamamıştık, bize kalamış lazımdı, dursun lazımdı bize, ne lazımsa bakkalın çocuğuna söylememiz lazımdı nitekim hiç bir levazımatı gidericek mecalimiz kalmamıştı, mecallerimiz bizi terk eylemişti, haklıydı da elbette, mecal bile bize dayanamamış kaçmıştı. evler soğuktu, şehirler soğuktu, kıştı tabiyatıynan yaşatıyordu tabiatını bize, biraz kar yağıyordu, polar sabahlık bedeni ısıtıyordu, burunluk diye bişi üretilmediğinden benim burnum her daim üşümeyi sürdürüyordu. sen güllerin hepsini satıp zengin olmuştun ben aşkımla bakakalmıştım, aşkım götten kokuyordu ama neyseki burnum soğuktan koku alamıyordu hem zaten rüyalarında kokusu yoktu..

17 Aralık 2007 Pazartesi

6 Aralık 2007 Perşembe

katlanmak

hayata devam edebilmenin tek yolu hep daha iyi olacağına dair inancını korumak.
peki hiç daha iyi olmazken insanlar bunu gene de nasıl başarıyorlar?

alık mutluluğu istiyorum.

29 Kasım 2007 Perşembe

kasım ayının götünün gelmesi hk.

Kasım ayının götü geldi. Ve kopya cd’lerin götünün gelmesi gibi bu ayında sonu takılıyor, izlemekte güçlük çekiyorum, ileri saramıyorum, geri alamıyorum, baştan mı izlemeliyim?
Kendi hatalarımı bulmaya çabalıyorum bir süredir. Bende bir hata olduğuna inandırdım kendimi, bundan eminim bende bir hata olmalı, kime soracağım şimdi bunu? G.ye sorabilirdim..
Kimseyi sevemiyorum, g.den nefret ediyorum ama yine de şu koca dünyada sevebildiğim tek insanda o, ona da katlanamıyorum ama başka kimseye de katlanamıyorum, kendime bile katlanamıyorum aslında.
Hayatıma yeni insanlar alayım bari dedim, madem öyle yeni birilerini seveyim. Ama bu mümkün değil bir kere daha sokak ortasında “Bırak ulan beni istemiyorum seni konuşmicam seninle işte, giremediğin hayatımdan çık” diye ciyak ciyak bağırmamdan belli olmadı mı? Oldu. Peki ama bu insanlara birileri katlanabiliyor, bu nası oluyor? Ben neden katlanamıyorum? Neden katlanmak zorunda kalıyorum insanlara sadece ve normal düzeyde ilişkiler yürütemiyorum? Normal ve düzey kelimelerinin hayatıma olan bu mesafesinin sebebi nedir? Gene mi ben. Evet öyle olsa gerek.
Bir sürü soru var kafamda, rüyalarımda peşimi bırakmıyorlar, atar damarlarına rotring sokuyorum ölmek bilmiyor şerefsizler, yüksek yüksek duvarlardan aşağı yuvarlıyorum, olmaz oluyorlar. Tüm bunlar için kimseden şüphelenemiyorum. Kendimden şüphem var ama, sormam gerek bunları evet. Ben nerede yanlış yapıyorum birisi bana bir iyilik yapıp tüm yanlışlarımı sıralasa istiyorum. Maddeler halinde yanlışlarımı sıralasa, üzerimi kırmızı kalem ile çizip düzeltse. Yok di mi böle bişi? Yok elbette.
Ellerim üşüyor yine. Hava canıma okuyor. Burnum akıyor. Sorular duruyor.
Kaybeden miyim ben? Ben mi kaybediyorum her zaman? Kaybettiklerim bişi kaybetmiş olmuyorlar mı orantılı olarak? Kimsenin mi sikinde değil bunlar? Boşa mı kafamı yoruyorum bu soru işaretleri ile. Öyle di mi? Öyle elbette.
Hiç bişi düşünmeden yaşamına devam etmek ne zorlukta? Bu zorluk levellarını değiştirmenin bir yolu yok mu (eskiden olsa bu sorunun sonuna “dostum” yazardım, gene yazıcaktım, yazamıyorum, peki bu kimin suçu (eskiden olsa bu sorunun sonuna “dostum” yazardım, gene yazıcaktım, yazamıyorum, peki bu kimin suçu?) ? )
Tüm bunlar çok sıkıcı.
Bu ayın götü geldi.
Yenisine bakmak lazım..

9 Kasım 2007 Cuma

bir takım garip garip sabahlar evet ama ben yalan mı gerçek mi derken arkasından geçen günler daha bi garipleşiyor ya..
peki bundan sana ne zaten?
gelsen de bana, "bana ne bundan" desen ne cevap veririm şimdi ben sana.
ayıp denen bir şey yok değil mi?
haklı olabilirsin hayatım, ne desem bilmiyorum ki..
herhalde haklısındır, diğerleri gibi.
bense güneş doğarken camdan bakmayı severim mesela.
zaman zaman sabah soğuğunu içime çekmeyi severim, ani bir ayıltıcılığı ve benim üzerimde ne kadar alkol ve sigara kokusu varsa yok ediciliği yani sabahın aynı kendisi gibi yeni ve taze kokusu vardır.
yeni ve taze kokusu ne güzeldir mesela kahveye de çok yakışır,
kahve gözlerimizde durur,
yeni ve taze olmadığında sabahları çıkıp yürümek gerekebilir,
nitekim yürümek iyidir..

26 Ekim 2007 Cuma

e l e g a n t l y w a s t e d

bana şöyle bağırdı
- sonunda bok gibi yalnız kalacaksın
ona şöyle cevap verdim
- sonunda bir bokla yalnız kalmaktan iyidir

beigbeder sormuş:

ayda kaç erkekten itibaren orospu olunur?

hahahahaha..

" kadınlar sevgililerini kocaya dönüştürmek istiyorlar, bu da onları hadım etmek ile aynı kapıya çıkıyor. erkekler daha iyi değiller, onlar da metreslerini ev kadını, dişi kaplanları anneye dönüştürüyorlar. aşk acısı çekme korkusundan; kadınlar da erkekler de farkına varmaksızın, aşkı can sıkıntısına tahvil etmeye çalışıyorlar. ama can sıkıntısı aynı zamanda bir acı çekme biçimi. bir çiftte her zaman bir acı çeken ile bir canı sıkılan olduğu söylenir: ben acı çeken olmanın daha iyi olduğunu düşünüyorum, zira acı çekenin canı sıkılmaz halbuki canı sıkılan acı da çeker"

19.07.06'dan..

halıya düşen sigara külü öyle bir iz bırakıyor ki, sahile kül silktiğim günlerin serin taşaklarına lanet ediyorum!.

?

hangi aşk daha doyurucudur
hayal edilen mi
tecrübe edilen mi?

eskiden

biz eskiden bugünü
daha pembe ummuştuk
meğer kader, cilvesiz kader
çok garip, lodosmatik sonbahar
tevekkülle karşıladık liliyar..

büyü

2 gün önce falandı
birisi bana canından bezdirme büyüsü yaptı
gördün di mi söylemiştim sana evet, evet biliyorum gördün sen de..
otobüs tam ayağımın yanından geçerken
büyü kalktı sanırım panzehir buymuş dedim
ama kalkmamış belki de imperius lanetiydi yanlış panzehir denedik dostum
bir bezir mi yesem ne yapsam bilemedim ki ben..

alıntı

seni kurtaracak meleğin güleryüzlü olacağını kim söyledi
ödülsüz çile ve kırbaç gerek yığınlara
vay vaaay
kuzumuz sürüden ayrılmış da
seviniyor ha
aman! kasabın elinden kurtulan
kurda yem olmasın
aklıselim biri için çoban ne iyi adamdır aslında
kaderine boyun eğen, çobanın değneğine öfkelenmez
çobanın yolundan giden
otlağı bulacağından şüphelenmez.

4 Ekim 2007 Perşembe

Sevgili G.


Sevgili G.,

Sinir ucu iltihabı gibi, ayakparmağımdan gözçukuruma dek bir anda zonklamaya başlayan bir ölme isteği ile baş etmek zorundayım. Neden baş etmek zorunda olduğumu bile bilmiyorum oysa..Saatler önce bir sayfa geriye “bir normal insanın yaşantısı” portresi çizerken, şimdi oturmuş ağlıyorum. Peki ne oldu? Hayır bunun bir açıklaması yok. Hayır, yok. Bulaşık makinasına tabakların diziliş şekli sebebi ile kavga çıkartmaz insanlar. Tabaklardan bahsederken “senden ve tüm dünyadan nefret ediyorum. Lanet olsun” diye ağlamaz ve odaya kapanmaz. Dayanılmaz olduğumu biliyorum. Ne zaman iyi insanlarla karşılaşsam “Bunların derdi ne? Neden beni sinir ediyorlar ki?” diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Toplu taşım araçlarında, kalabalık caddelerde, uçaklarda, feribotlarda, her yerde insanlar var ve insanlar hep kusurlu. Çirkin, şişman, sakat ya da terliler.. Ayakları kokuyor, ağızları kokuyor, kıyafetleri ya da ayakkabıları çok eski. Tırnaklarındaki ojelerin silikliğinin hiç bir estetiği yok ve içlerinde pislik birikmiş. Kaybetmeye mahkum bir görüntüleri var, kaybetmiş oldukları gözle görülür durumda ve bana “fakirlikten tiksinti”yi anımsatıyorlar. Evet onlardan tiksiniyorum, elimde değil. Ama, belki hafifletici olur, zenginlerden de nefret ediyorum. Üzerlerine giydikleri ile var olma çabalarından, sokağı bir hermes çanta, louis vuitton ayakkabı, bir platin sarısı saç ile dior güneş gözlüğü, chanel takım elbise, armani kot olarak arşınlayan tüm o insanlardan, cüzdanları ile bir benlik satın alabileceklerini sanmalarından, uzak, yabancı ve kibirli duruşlarından ve bu duruşun nefes alıp vermelerine, sigara dumanını üflemelerine varana kadar her hareketlerine sinmiş olmasından nefret ediyorum. Tek istediğim tabakları bulaşık makinasına bildiğim gibi dizebilmekti, bak işte ne kadar yorgunum.. ve göz pınarlarım bir orospu gibi her fırsatta açılıp saçılıyor.. Gözyaşlarımın gözümde hiç bir kıymeti kalmadı. Öyle manasız şeylere ağladım ki, ağlamak tüm manasını yitirdi. Şımarık çocukların yalandan ağlaması gibi, öyle yalandan ağlıyorum.. Belki de bunun sebebi de yalandan yaşıyor olmamdır, ne dersin?
Peki ne oldu? Karneme “biraz çalışırsa çok başarılı olur” yazan ve veli toplantılarında her sene “çok zeki ama çalışmıyor” diyen o denyolara ulaşmak istiyorum şimdi. Başarılı olacağıma inanan ve inandıran o denyolara sesleniyorum “Peki ne oldu?”. Neden aralarından bir cesur insan evladı çıkıp da “bundan cacık olmaz” diyemedi? Öngörü eksiklikleri..
Evet sevgili G., anlamışsındır, yine ölmek istiyorum. İçerisinde en ufak bir pırıltısı bulunmayan ve bulunma ümidi de olmayan bu yaşamdan derhal kurtulmak istiyorum. Bir sonrakine geçmek için basılacak olan tuş hangisiydi tatlım? Bana yardımcı olmalısın..
Bir rock star olamadığı ve artık eskisi kadar eğlenemediği için 30’una dayadığı merdivenden düşerek omuriliğini kıran ilk insan olmayacağımı sanıyorum..
Kendimi boşluğa bırakmak istiyorum G. Bunlar hep o izlediğimiz filmlerin hayalgücümüze nüfuz etmesinden kaynaklanıyor. “Böyle şeyler sadece filmlerde olur” diyemedik kendimize.. Üzerime simler yağsın, yıldızlar insin yeryüzüne, ben yürürken magma soğusun mu istedim? Ah.. Ne istediğimi bir bilsem belki de onu gerçek bile yapardım..
Şimdi ise sadece bir boşluk. Siyah olmayan. Beyaz olabilir mesela (etanol kokmamalı bu beyazlık elbette) ya da sarı.. Kollarımı iki yana açıp kendimi bırakacağım sonra.. aklıma bir tek kelime bile gelmeyecek. Düşünsene, düşünemeden düşmek ne kadar zevkli olsa gerek!
İçimden çıkarıp atmayı başaramadığım, sadece belli zamanlarda üzerini örtmeyi başardığım hisler bunlar. Geçicek diye bekliyorum, geçmiyor G.
Ve gittikçe daha da tatsızlaşıyor her şey, gittikçe yapaylaşıyor, sıkılıyorum..

S.

15 Eylül 2007 Cumartesi

yellenmeyi tahrik edenler (15 Eylül 1985-Hürriyet)

Biga'ya bağlı Kozçeşme kasabasında DYP'li çoban Ahmet'e, ANAP'lı belediye tarafından 'kahvede gürültülü bir şekilde arka arkaya 4 kez yellenmek suretiyle toplumun huzurunu bozmak ve hava kirliliği yaratmak' suçlarından para cezası verilmiş. Belediye başkanı, Ahmet'in bu hareketi ANAP'lı encümen üyelerinin yanından geçerken "gıcıklığına" yaptığını ve işin arkasında tahrikçilerin olduğunu söylerken, Çoban Ahmet "Kaçıracağım geldi, kaçırdım, geldi mi tutamam, kusura bakmasınlar" demiş.

"yürek türbanı"

"ben türbanı sembolik olarak görüyorum. bu şekilde fotoğraf vermeyi doğru bulmuyorum. Türban benim yüreğimdedir. Allah çok iyi biliyor"

Gülben Ergen

(bkz:götten türban uydurmak)

birisinden..

yanıtsız kalabilir mi ten
iyi niyetle sorulmuş bir soruyken aşk

sorusuz kalabilir mi aşk
kötü niyetle sunulmuş bir yanıtken ten

cevap veriyorum:
ten nedir ki aşk varken?

nin

So impressed with all you do
Tried so hard to be like you
Flew too high and burnt the wing
Lost my faith in everything

Lick around divine debris
Taste the wealth of hate in me
Shedding skin succumb defeat
This machine is obsolete

Made the choice to go away
Drink the fountain of decay
Tear a hole exquisite red
Fuck the rest and stab it dead

Broken bruised forgotten sore
Too fucked up to care anymore
Poisoned to my rotten core
Too fucked up to care anymore

eskiden uyku (2000)

yazları sıcak ve oldukça kurak geçen sevmediğim şehrimin gecelerinde uyandığımda önce saate bakarım. bir önceki gece aynı saatte uyandığıma şaşırdıktan sonra tuvalete gider bir güzel işer rahatlarım. sonra eğer sıcaktan ayaklarım kızarmış ve kaynamışsa onları soğuk suya tutarım. tamamen rahatlamış olduğumu sanıp banyodan çıkınca odamdan salona doğru uzanan koridora bakar korkarım. koşar gibi odama yürür, kapıyı kapayınca korku geçer sanıp hemen kapımı kaparım. şans eseri ezan okunmuyorsa ışık açık yatağıma gider uzanır, daha az korkarım. etrafa bakar, düşünecek gibi olurum biraz. ama uyku sersemi olduğumdan ve genelde o saatte düşündüğüm şeyler de beni korkuttuğundan o sırada okumakta olduğum kitabın kaldığım sayfasını açarım.okur gibi olurum bir süre ama sabah hatırlamayacağımdan emin olduğumdan ayracın yerini değiştirmem. okurken uykum geldiği için kalkar ışığı kapatırım. pikemi odamı göremeyecek kadar kafama çekerim ve birazdan uyurum.
"acemiydik, ince giyinmiştik, çok üşüdük
iyi dost sıcaklıklar oluşturduk hemen
doğul bir duygu, karşı serüven:
boğulmak.
avutarak imliyor, ağlıyor, onarıyor
onları anlamak, dağı geçtikçe
yukarı doğru ovayı dosdoğru yapan bu
olga'yı anlatıyordun, aşk vardı sözlerinde
kuşkuyla kapandık, bizi kimse anlamaz
anladık diyemeyiz biz de
birbirimizi şimdi
benzeşen yanlarımız yanıltacak
hem anlanmayalım, unuturuz
örneğin bu yol 25 dakka şehre
gördüğün gibi ağaç yetişmiyor hiç, kar eskimiş
her zaman böyle değildir
boşuna ne boğma rakı, ne yaprak çay
bir eksiğimiz
fotoğraf makinası değilmiş meğerse..."

test

gazetedeki "kimi bezdiriyorsunuz?" testinin sonucu:
kendinizi bezdiriyorsunuz.

evet, haklısınız..

13 Eylül 2007 Perşembe

"hal"


ellerinin en sevdiğim hali
-de hali

ellerimde
hali.

bu zurna kaynak yerlerinden hava alıyor, ben kendi zurnamı çalayım?

buraya neden ve nereden geldiğimi unutmak istiyorum..
gecelerimi bölen o ışık, sabah oldu sanmama sebep olan o ışık beni rahat bıraksın istiyorum. ve istemekle olmuyor hiç bir şey..
yorumuma eylem katamıyorum.
"cehennemin olurum yanındayken, uzak dur benden" yazamam ben.
kaçıyorum kendi cehennemimden ve yeni bir cehennem yaratıyorum kendime senden uzaktayken.
insanlar ve isimlerden kopuyorum.
ismini bağırıyorum sayfalarca, sen bir salaksın ve "bağırmak değil seslenmek" diyorsun bana. ismini sildim ömrümden.
peki ya sen?
ismini susucam sayfalarca.
yasımı böyle tutarım ben, kör bir ceylan artık özelliksizse sence, ki öyle, ben yasımı ismini susarak tutarım.
yüzüne tüküreceğim ama tükürüğümü unuturum ağzımda
sana bakınca.
küskünlüğüm var kahkahamda..
asla anlamayacaksın sen, ne sesten ne sessizlikten..
hoşçakalmaktanbahsetmebana!

11 Eylül 2007 Salı

bu da okunsun


YALANDAN..


babam köpeği dışarı çıkarmazsam beni dövebileceğini söyledi. çünkü eve işedi diye köpeği dövemezmiş. köpeği dışarı çıkardım. babam beni hiç dövmeyecek. yalan söylüyorum. babam bana böyle bişi demedi. bizim köpeğimiz yok. benim babam da yok. ben de yoktum zaten orada.. yalancı değilim ben. kimsenin beni sevmemesi garip. oysa ben iyi bir kızım. beni babam yok diye sevmiyorlar. sanırım ben gene yalan söyledim. ben neden bozuğum?
neden defosu bariz bir kot gibi sırıtıyorum diğer kotların yanında?
5 yaşındayım. saçlarım kısa. ayaklarım çıplak. hastayım, öksürüyorum hep, nefesler sığmıyor ağzımdan. benim ağzım neden hep çok küçük? kelimeler de sığmadılar sonradan.. ayaklarım çıplak ve üşüyor. üzerimde mavi sabahlığım var. bir melek olduğumu fark edemeyecek kadar küçüğüm. o küçük odada, ayakta durmuş ağlıyorum. gece, karanlık.. habire ağlıyorum. ve başım omzuma düştüğünde, yani ben ağlamaktan yorulup uyuyakaldığımda, babamın sesi "uyuma!, uyumicam diyordun!" ve ardından yanağımı acıtan bir tokat..çığlık olmuş ağlayışım..
köpeği gezdirdim, yalan bunlar,
babam yok benim.

SuperMan

aynı bedende yaşayan clark kent ve superman gibiyiz..

ben gözlüklerle öpüşmeye mahkumum,
sen donunu pantalon üzerine giyecek kadar salak olmaya..

10 Eylül 2007 Pazartesi

öyle yıllardı ki yaşanan, tanrının bir çok kopyası yapılmıştı ve herkes tanrı sanıyordu kendini..
tanrının onca özelliği arasından sadece kendini hep haklı görüşünü benimsemişti insanlar..

hayvan


yazar,


insan denen hayvanların


en yalnızıdır.


L. Durrell

03.03.98

bu kalabalığın içinde boğulmayan bir tek sen varsın sanırım. İnsanlar geçmişlerine ve geleceklerine dair söylecek tek bir söz bile bulamazlarken sen bilmesen de ardından ne hikayeler yazılmakta. Sense ardında bıraktığın insanlara aldırmadan, uzaklara yeni hikayeler yazdırmaktasın.
Sabıkam yalnızlıktan..
Seni düşünmeden edemeyen kısır döngü bir ruh hali içindeyim. Kapı kapı, sokak sokak gezmekteyim ardında bıraktığın yollarda. Duydum ki sen de kapı kapı, sokak sokak gezmekteymişsin. Ben gezdiğim kapı ve sokaklarda seni arar iken, senin neden gezdiğin meçhul imiş..
Su içerken bile yoruluyorum buaralar. Havayı güzel gördükçe kapalı kapılar ardına kaçıyormuşum ben. Su içerken neden yorulduğum da meçhulmüş, neden kaçtığım da..
Eşiğindeymişim susuzluğun, açlığın, işsizliğin. Bilmeden dolaşıyormuşum yine de, teslim olmuşum yine kendime, kendim ne derse yapıyormuşum. En kötü belaları kendim takıyormuş ardıma, ben fark etmesemde kendim çekiyormuş beni, tam da bokun ortasına. Kendim uykularımdan etmiş beni, tam da en mutlu hülyaların ortasında. İşte bu yüzden kendimden nefret eder olmuşum.
Dün gece seni ışıklı resmin altında görmüşler. Elinde sigara, aklında bir yığın yığınla.. susmuşsun onları görünce, dünden bu yana akıllarında kalan bir tek o acı gülümsemen olmuş. Milyonlarca geri dönüş varmış gülüşünde, yolunu bulamayan. Yarım kalan bir çok gece varmış.. derin bir nefes çekip sigarandan ardına bakmadan çekip gitmişsin umarsız. Ardındakilerin gözü yerde, yanan izmaritinde kalmış, yarım bırakmışsın onu da..hareketsiz bakakalmışlar ardından bir süre ta ki “kendim” hadi gidelim diyene dek..
Zaman uzamış, uzadıkça başlamış sıkıntılı günler. Tüm kıpırtılar dingin birer huzursuzluğa bırakmış kendini. Herkes derin bir uyku bulmuş kendine. Uyku uzadıkça uzamış. Tüm rüyalar dingin birer ruhsuzluğa bırakmış kendini. Susmuş herkesin iç sesi.
Canım sıkılmış, uyanmışım.
Işıklı resmin altına gitmişim. Bakmışım, dün dediğim günler yıl olmuş. Bekleyip durmuşum ışıklı resmin altında, ne idüğü belirsiz bir umutla. Arkadaşlar görmüşler beni ışıklı resmin altında. O günden akıllarında kalan kalan bir tek o acı gülümseme olmuş. Milyonlarca geri dönüş varmış gülüşümde, yolunu bulamayan. Yarım kalan bir çok rüya varmış.. elimdeki sigaradan derin bir nefes çekmişim, o sırada annem gelmiş. Elimdeki sigarayı bitiremeden atıvermişim yere, arkadaşların gözü yerde yarım duran izmarite takılmış.
Bir gün garip bir afakan musallat olmuş bana sonra. Dışarı çıkmışım. O gün seninle görmüşler beni. Seni de beni de son görüşleri olmuş bu. Aynı masada oturmuş sigara içiyormuşuz. İçmek için zorlamanın anlamı yok deyip, yarısında atıp, kalkmışız..Hikayemiz de bizim gibi yarım kalmış..

Roma bir daha ne zaman okadar turuncu olur? (’98)

Hayır çocuk hayır, artık kurmuyorum o hayalleri.. çocukluk düşlerim bunlar, kanlar içinde yerlerde yatıyor. Sorumlusu kim?
Kim parçaladı benim ellerimi, tırnaklarımı kim yedi?
İnan artık gitmek istemiyorum o kimseyi tanımadığım, kimse tarafından tanınmadığım yerlere. İnsanlar hep aynı, her yerde..
Kaçacak bir yer olmadığını anladım ben, kendinden kurtulamadığın sürece..
Saate bakıyorum, akrep kendini sokmuş, yengeç bacaklarını bir trafik kazasında kaybetmiş olsa gerek. Ben kendimi hangi gecenin hangi rüyasında unuttum kim bilir, ki gündüzler bunca yabancı bana.
Hayır, gitmeyeceğiz.
Ben ayakkabı bağcıklarımla bağlıyım hayata, sen göz kapaklarınla.
Yani dediğim o ki, siktirip gideriz istesek de, gitmeyeceğiz.
Gözlerini aç ve iyice bak içimde taşıdığım ayağı kırık at, kanatsız kuş, kızım. Bakın iyice; insan topraktan gelmiş, çamurdan maske yapıyor yüzüne.
Gidilecek bir yer yok yani..
Şimdi vurup kapıyı çıksam şu evden, tek sigara alacak paramın olmaması, otobüse binecek paramın olmaması, bunlar değil mesele..
İşte bak, sevgili ayağı kırık at, ayağının kırılmasına sebep olan insandır ki ayağın kırık olduğu için seni vuracak olan da o’dur..
İyi bak, ama asla göremezsin yüzünü..
İste bak sevgili kanatsız kuşum, kaçamayasın diye kanatlarını kesip de kafesinin kapısını açık bırakan insandır, yani sana hem kaçma şansı veren hem de özgürlüğünü elinden alan.. ve senden ötmeni bekleyen de yine o olacaktır..
İyi bak, ama asla göremezsin yüzünü..
İşte bak sevgili kız çocuğum, bunca canının yanmasına sebep olanlar, tüm bunları görüyor olmandır ama aldanma gördüklerine, ki hepsi aslen birer çamurdan maskeden ibaretler..
Ve nereye gitsek, içimizde bir roma yanar, söndüremeyiz..

okunsun


www.stuckonrewind.blogspot.com

k.i.

sana bugün bir mektup yazdım:
en çok
en çok güllerden söz ettim
saydam, renksiz, özgür güllerden
bir gül olmak korkusundan
nedenini hatırlamıyorum ama ağladım
sağda solda yakılıp unutulmuş sigaralar
"canım.." diye başlanıp
yarım bırakılmış bir sürü kağıt parçası
ruh parçası
aşk parçası
buğu parçası
haz parçası
paramparça içime paramparça bir kış gelmiş
biliyor musun ben daima
kışları saklanırım kan
kan öldürür açıkçası
sana bugün bir kurban kestim
hala ağrıyor ve akıyor bileklerim

2 ('98)

Bu nasıl bir boşluk anlatamam sana.. şu yüzüme vuran güneş, üşüyen ayaklarım ve çalan müzik hep benim dışımda benden birer parçalar.
Bense buradayım. Ne ilk ne de son kez yalnızım. Sen de son giden değilsin biliyorum.
Yürüyüşüm, bu kahverengi yapraklar arasında, kalın kalın kazaklar giyişim hep kaybettiğim bir inciyi bulmak için çırpınışlarım sana anlamsız geliyor artık.
Hem ben şimdi kendimi bok gibi terk edilmiş hissediyorsam, sırf hayatla bağlarımı kopartmamak için oraya buraya fotoğraf yapıştırıyorsam, yazamıyorsam yani düpedüz yaşamıyorsam, hepsi benim suçum değil mi?
Kadere inanmam oysa ben.. kader olsa olsa bir hamurdur insanın eline şekillendirsin diye verilen..
Yani dediğim o ki; ben şimdi burada an be an ölürken aslında suçlu benim.
Sen hiç bir şey yapmadın.
Sana gittin de diyemem, çünkü biliyorum aslında hiç gelmemiştin.
Oysa ben sahiplenen, kendine saçmasapan sorumluluklar yüklemeyi zevk edinmiş ben, son “bakanlık” görevim olarak seni görmüştüm. Mutfağa girip yemek yapmaya uğraşırken hep iki kişilik yapmamın, küçücük masama hem 2 çatal, 2 bardak koymamın sebebi aç olduğunu düşünmem ve kendimi senden sorumlu hissetmemdi. Ama ben kendinden sorunlu bakanım. Hatta bakamayanım ben..
İki sayısını hiç sevmiyorum. İki deyince hep sen ve ben. Oysa üçe geçtiğimde değişiyor, ben, en yakın arkadaşım ve onun sevgilisi oluyor üç. İki tadevülden kalksın. Kendi kendi ile çarpılıp toplanınca 4 eden başka bir sayı bulunsun derhal.Ya da daha iyisi, unut gitsin..

“hayatın neresinden dönülse kardır” (15.08.98)

evet gece. Gelmek bilmeyen uyku, bitmek bilmeyen yazma isteği.. tek bir şeyi düşünmekten oldukça yorgun düştüm oysa. Kendimi tuhaf bir labirentte gibi hissediyorum. Bu labirentte ben fare ya da peynir değilim, olsa olsa labirentin tabanı! “vazo ve gül” isimli tabloda, vazodaki suyum, kimsenin varlığını düşünmediği. Silik ve isilik herhangi bir karşıtlık anlamı taşımıyor oysa. Ve zenciler avuç içlerini yakmak için güneşlenmezler aslında. Ben bu gece saçmalamak için uyanık kalmış değilim.
Bir başkasının kelimelerinde bulmak kendini, yeniden yeniden.. kaybedip kaybedip bulmak.. biraz müzik sesi, ki; fonda ve ellerine geçmişini bırakıp, kaçıp gidiyor. Biraz iç sesin, ki; sayıklamakta halen hiç bilmediği birinin adını. Gözlerim yanıyor, ateş yok/duman çıkmıyor. Ben yoruldum hakkımda onlar konuşurken, cevabım yok pek, yapmışımdır mutlaka, önümüzdeki yıllar için de bundan başka cevabım yok. Yoruldum çünkü çok, suçlardan, suçlamalardan, suçlanmalardan. Taşımaktan bıktım benim olmayan yükleri. Kanatlarımı açıp [gibi yapıp] uçup [gibi yapıp] gideceğim buralardan, çoook uzaklara..

9 Eylül 2007 Pazar

sbb'den

bukulebilitesi yuksek olan insanlar bulanik cikarlar. iyi kontralari vardir. mum arkasi guzelleridir. alkolungevsek oyuncularidir. kimi zaman hayalcilerin utopik sevgilisidirler. onu gormek istedigi gibi goren insalarin paraziti fantastik yalancilardir.su gercek anlasilmali. bukulmez gibi gorundukleri surece sevilirler

(bu başarılı çıkış ile bana rigid'in flexible'dan neden daha iyi olduğunu kanıtlayan dostuma buradan teşekkürü borç bilirim :))

ihtiyaçtan satılık

mevsim değişikliklerinde, saçlarımız dökülür. mevsim değişikliklerinde, insanlar dışarıdan içeriye geçerler, bu evlerine kapanmadan hemen 1 önceki adımdır, yakalanması gereken bir dönemdir, yaza kadar vedalaşmak gibidir, vedalaşmadan.. kışın işler seyrek karşılaşmalara kalır.. battaniyeler çıkar, pikelerden hemen sonra, yorganlardan az önce..battaniyeler deniz gibidir, gölden büyük okyanustan küçüktür, bir habercidir; kış gelmek üzeredir, yaz bitmiştir. o arada anlamanıza yardım etmek ister gibidir. yağmurlu günlerde örtünce şöyle bir, işte sonbahar geldi demektir.. karelisi vardır, poları vardır, genelde yumuşaktır, kimi dalar (dalamak tam olarak ne demektir, insanlar meyve ağaçlarına dalar, battaniyeler insanlara..). bir çeşit yaşlılık gibidir battaniye, dizlerin üzerine örtüldüğünde.. serilip üzerine oturulur parklarda. pikeye benzemez mesela bu açıdan da, (pikeler parklara götürülmez)..ankara'ya kış küt diye gelmez, sonbaharı yaşarsın önce uzun uzun, çok yağmur yağar, çok çamur olur, çok gridir hava, gri ve koyu gri ve açık gri ile füme mesela gündelik yaşamın renkleri olur hemen ankara'da. siyah da sever insanlar ama, allah korusun kedi kesiyor derler diye, korkarlar mı baştan aşağı siyah giymekten acaba? ankara'da insanların üzerinde bir tedirginlik.. ya yanlış anlaşılırlarsa? anlaşılmamaktan bu kadar korkmazlar, en çok yanlış anlaşılmaktan korkarlar insanlar, (doğrudur belki de böylesi, doğrulardan ben pek anlamam doğrusu..)
masallar anlatmak için, ankara doğru şehirdir, masallardan uzak olanlara (ki mesela istanbul uygun değildir, istanbul masalın kendisidir, içinde yaşayanlar yazarlar masalları..) masallar anlatılır bu şehirde. yine de enteresandır mesala, bir sürü ankaralı hatırlayamayız, 40 kat serili yatağının altında duran bezelyeden rahatsız olup da bütün gece uyuyamayan prensesin masalını bir türlü..
en sonunda gece olur, sonbaharda varsa merserize hırkalar giyilir, eve yürürken üşünülür, kış geliyo galiba denilir, ki bu da bu şehrin en güzel zamanıdır zaten, sevinilir..sevinilsin..

officially fall..

ankara için sonbahar vakti.. pazar sabahı olsun, demleme çay içilsin, hırka giyilsin..böyle de mutlu olunur ve sanırım sonbahar en çok bu şehre yakışıyor.. sıkıcılığına bir sebep oluyor sonbahar!

gelen..

:: tencere sonu böceği :: gönderdi 09.09.2007 01:42:
instead of writing to the blööög
:: tencere sonu böceği :: gönderdi 09.09.2007 01:43:
"oh i messed these. comfortablly numb. knowing that everyon's somehow disturbed. happy to be heree we aalll think. reading ginsberg. taalkin of marriages. thinkiin of us not being there. but eing in here right now as the reality.
:: tencere sonu böceği :: gönderdi 09.09.2007 01:43:
wishiing of not being these.
:: tencere sonu böceği :: gönderdi 09.09.2007 01:44:
wee are happy.
:: tencere sonu böceği :: gönderdi 09.09.2007 01:44:
fake? or fate?
:: tencere sonu böceği :: gönderdi 09.09.2007 01:48:
"oh i messed these. -> missed

6 Eylül 2007 Perşembe

krezip

şehre sırıtmak dedikleri nedir ki.. tanımadıklarına, tanıdıklarına, bildik ve bilmedik binalara,

inşaatlara, sabah 4 trafiğine sırıtmak mesela durduk yere, ki durduk yere yapılan her hareket gibi bunu da deli'ye yakıştırırlar..yine de olmaz mı ki başkalarına da? durduk yere, ortalık yerde, sırıtmak birden bire..

3 Eylül 2007 Pazartesi

uyurken üzerini örtmek

kişinin, kendisi uyumakta iken, yanındakinin üzerindekini örtmeye çabalaması hava sıcaklığı 40 derecenin altındayken caizdir, 10 derecenin altındayken farzdır. bu istemsiz yapılan hareket sonucu sıcak gecelerde daralan taraf, üzeri örtülmeye çabalanan taraftır ve isterse üzerini açmakta özgürdür, isterse üzeri örtülü kalıp buhran da geçirebilir, kişisel zevklerle ilgilidir.

alışkanlık

edinildiği hızla kaybedilseydi..

fena mı olurdu?

29 Ağustos 2007 Çarşamba

başka

başkalarının gecesi demişti m.m. ve ben anlamamıştım sanki, başka bir gece olmadan sabaha bağlanan, başkalarının evinde, kendi evinden uzakta, ve içerisinde senden çok az şey olan ama seninle olanlardan -belki de senden parçalar taşıdıklarından -mesela "mazi"n gibi- -ki herkes çok şikayetçi ondan konuşmaktan ama nedense izlediğim yüzler biraz da muzdarip susamamaktan...- - bir şeyler taşıyan, kağnı gibi bir gece, sırtında geçmişin yükü, çünkü paylaşılmış olan o, ve yavaş yavaş akan.. geçmiş bir yük olmuşsa sırtlara indirilmeli müsait alanlarda aksi takdirde boynu kambur ilişkiler kalıyor geriye. "şimdiki zamanları" -ki zamanlar çoğul olması itibariyle aslen geniş zamana refere eder- birlikte yaşayamamaktan, ortak arkadaşlar anılır, biraz planlardan bahsedilir, bir şeyler özlemle anılır, yeni sevilmiş şeylerden örnekler verilir. verdik mi? birbirimize dair yeni bir benlik bakarken -baktık mı?- aslında aradığımızın eski tat olduğunun herkes bilincindedir -bilinçli miyiz?- ama yine de şimdiye de ortak etmeye -ve belki olmaya- çabalarız -çabaladık mı?-..
ve şimdi martı sesleri enteresan bir tat veriyor bu istanbul sabahına, sabahı eden ben değilmişim gibi -cin gibi- açık gözlerim, uykusuz ve en ufak bir istek duymayan uykuya, martıları dinlerim ben de ozaman diyerek son veriyorum 30 ağustos zafer bayramı yazıma.

19 Ağustos 2007 Pazar

1. harry potter (önce sırlar odası şimdi azkaban tutsağı)
2. facebook (son zamanların en büyük eğlencesi olacak nerdeyse)
3. polat ile tavla

tüm eğlencem bundan ibaret desem abartı olmaz sanırım.. çok yakında istanbul-gözde-sex and the city ile yeniden eğlenmeye başlamayı umuyorum..that's all..

6 Temmuz 2007 Cuma

sigara.

evimizin üzerinde bulunan "büyük ayı"yı gösterdi dayım. ve ben dün gece g. ile kavga ederken bana saldıran bir ayı gördüğümü söyledim ona. "anlat istanbul" seyrediyoruz şimdi, d. sevgilisi ile telefonla konuşuyor, onu bekliyorum bir lunaparkta, dönmedolap'da. kendimi bir dolapta gibi hissediyorum ama aynı zamanda bir morg ısısında olduğundan şaşkınım. siktiğimin çöl havası.. gündüz kavurur atar, ve gece dondurur. ama yine de bu şehirde bile gözle görülür mucizeler yaşamak mümkün. simsiyah bir gökyüzünde, bulutların arkasında kalmış kıpkırmızı bir ay'ın yavaş yavaş doğması gibi.. önce küçücük bir parça, sonra bir dolunay..mucizelere inanmak lazım!iyi geceler..

5 Temmuz 2007 Perşembe

5 Temmuz günü itibariyle..

hiç bişi, hiç bişi, hiç bişi.. yaz sezonu son derece yatalak geçiyor..havuz kenarı, ev terası derken bir yatış kapladı bünyemi.. bunun dışında yıllardır gitmediğim bir yer olan gümüşsoy pasajı isimli ucuzcu mekandan 5 ytl'ye kot etek, 10 ytl'ye şahane elbise edindim. sonra zeynep'le random'a gidip vodka-soda-limon içtim bi kaç tane.. şimdi de evdeyim. sakinim. iyiyim, iyiyim..

3 Temmuz 2007 Salı

bugün. (03.07.07)

diğer günlerden çok da bir farkı yok esasen. national geographic okudum sabah, düşündüm de şöyle; gecekonduda yaşayan insanları, kendilerine özel tuvaletleri olan, asansörlü toplu konutlara taşıyacağınızı söylediğinizde, bu sizin ve sizin gibi düşünenler için harika bir fikir olabilir ama ya orada yaşayanlar için hiç bir şey ifade etmeyen özellikler ve hatta sahip olduklarından daha azı demekse?

modernleşme, kendini modern olarak gören tarafın, modern olmadığını düşündüklerini, müstakil evler yani gecekondular yerine gökdelenlere yerleştirilmesi midir? kim bir "gök-delen"de yaşamak ister ki?

zenginlerin "iyilik rüyaları"na yoksulların dahil olmak istememesi bizi ne kadar da şaşırtıyor değil mi?

2 Temmuz 2007 Pazartesi

2 Temmuz 2007 - bunca zaman sonra..



"How happy is the blameless vestal's lot!

The world forgetting, by the world forgot.

Eternal sunshine of the spotless mind!

Each pray'r accepted, and each wish resign'd;

Labour and rest, that equal periods keep;

"Obedient slumbers that can wake and weep;"

Desires compos'd, affections ever ev'n,

Tears that delight, and sighs that waft to Heav'n.

Grace shines around her with serenest beams,

And whisp'ring angels prompt her golden dreams.

For her th' unfading rose of Eden blooms,

And wings of seraphs shed divine perfumes,

For her the Spouse prepares the bridal ring,

For her white virgins hymeneals sing,

To sounds of heav'nly harps she dies away,

And melts in visions of eternal day. " (Alexander Pope)


kaç kollu bir deviz?

Senden bu saatten sonra süper kahraman olmaz
Ama üzülme
Biliyorsun düşlerimde bindiğim
Sabun köpüğünden balonlarla
Bir takım pembeler ve sarılar içinde
Kırmızı ve siyah içinde
Yeşiller ve morlar içinde
Ama en çok morlar içinde
Gezindiğim tüm şehirlerde
Seni de alıyorum yanıma
Patlamayan balonlarla
En çok geceleri nedense
Geziyoruz
İnsanların üzerinden şehirlerin üzerinden
Hava kirliliklerinin
Gürültü kirliliklerinin
İnsan kirliliklerinin üzerinden geçiyoruz
En çok seni seviyorum uğultular kulaklarımdan uzaklaşırken
En çok sana bakıyorum, gözlerinin kahverengisinde ben varım
O parıltıyı tanıyorum
Ve bira şişelerinin üzerinden
Eskiden kalma bir alışkanlıkla
Kağıtlarını söküyoruz
Birbirimizi alkol komalarına sokup çıkarıyoruz
Sağlık koşusuna çıkmış insanların ayaklarının dibinde
En dipte belki de ama hala dibe ilerlemeye çalışarak nedense
Tatmin olmaz bir devrilme isteği ile
Ve devrilememeye inat
Hayatta en büyük çabamızı
Biraz olsun huzur için harcıyoruz
Huzur ki en huzurlu olduğumuz zamanda
Hemen kendisini terk etme isteği uyandıracak kadar sıkıcı
Ve olmadığında uğrunda sokaklarda dönüp durduğumuz
Tüm müziklerin sesini sonuna kadar açmamıza
Her birini defalarca dinlememize
Ve söylememize
Bağırarak ve zaman zaman kendi sesimizden korkarak
Ama yine de bağırarak
Bu da demek oluyorki
Hala sesimizi duyurmaya çalışarak
Ve duyurabileceğimizi umarak
Bu da demek oluyorki
Hala salak, hala salak
Şarkılar söylüyoruz
Sabaha karşılardan gelmişiz, güneşin doğuşuna doğru giderken
Hala salak salak şarkı söylüyoruz
Sorsalar mutlu musun diye
İnan ne derim bilmiyorum
Pelerin almaya gidiyorduk
Kaybolduk desem
İnanırlar mı bize?
Biz tam kaç cüceyiz
Kaç kişiydik ozaman bak kaç kişi kaldı şimdi
Kaç kollu bir dev iz?

...


yalnızsın ve şimdi gece
tırnakları kıpkırmızı boyalı bir orospu
uzakta mutlu bir hayatı arıyor
boyası akmış sarı saçları
ve camdan sarkmış memeleriyle
siyah yaşlar akıyor gözlerinden
yarısı göz kalemi yarısı rimelli

ve kahverengi gözleri
pırıltısını birilerilerinin altında kaybetmiş
kimbilir kim..
yorgun ve soluk bakıyor artık
üstünde eski bir t-shirt
kimbilir hangi zamandan kalma
ayakları nasırlı
iğreniyor kendinden
oysa güzel uzun parmaklı
elleri vardı..
kürklü hayaller kuruyor
ahu tuğba oluyor hemen
sigarasını komik ama şık bir filtreye takıyor
kuaföre boyatıyor saçlarını
tırnaklarını yaptırıyor
göğüsleri dimdik duruyor bir elbisenin içinde
üstelik sutyen takmasına bile gerek kalmamış
öyle güzel oluyor hemen
yüzü ve gözleri yine parlak
dişleri bembeyaz oluyor -arasında eksik bile yok
elleri tertemiz, avuç içleri..
kürkünü giyip sokağa çıkıyor
kürkünü giyip sokağa çıkıyor
kürkünü giyip sokağa çıkacak ya işte
ölü suratından bir çığlık boşalıyor sokağa
kürküm yooooooooook
kürküm yoook..
memeleri sarkmış aşağı
saçlarının dibi siyah, kendisi eskimiş bir sarı
kendi kokusundan nefret edip
-nerede kaldı peki o pahalı parfümlerin burunlardaki anısı?
dumanını üflüyor sigarasının.
onun kürkü yok,
sense yalnızsın ve şimdi gece,
varsa kürkün giysene..

duvarlarım


Yüzlerimi ellerimin arasına aldım oturuyorum.
Yarım saattir bu cümleyi yazmayı düşünüyorum, yazarsam rahatlarım sanmıştım, rahatlamadım. Daha fazlası olmalı bu gece, kelimelerin hepsi içimden çıkmalı.
Kusmalıyım.
Yüzlerimi kanatmak istiyorum. Yüzlerimi dağıtmak istiyorum. Kendimi parçalamak, kendimden geçmek, kendimi kaybetmek, bulamamak istiyorum.
Yüzlerimi ellerimin arasından bıraktığımda porselen masklar gibi yere düşüp parçalanmalılar. Ama bizim ev halı kaplı olduğundan başaramıyorum.
Saatlerce sokaklarda yürümek ve üşümek. Dönüp sıcak evlerde böğürtlen çayları içmek, gülmek, ipe sapa dizsen bir ceviz kabuğunu doldurmaktan öteye geçemeyecek abukluklara. Gülmek, ağız dolusu, eski zamanlardaki gibi.. Eski zamanlardaki gibi içebilmek sigarayı, biraz dumanı göze kaçırarak ama ciğer boğmak ister gibi değil, her nefesten zevk alarak.. Ağlamak, sebepsiz değil de temizlenmek için, ve temizlenebileceğine dair hala inanç duyarak..
Kelimeleri kusmak; defter doldurmaya değilde iç boşaltmaya..
Ben artık bu kelimeleri sıralayıp cümle kuramıyorum. Bana yeni kelimeler lazım. Yeni bir ben bulmalıyım kendime, aynı eskisine benzeyen..
Üşümeyi paylaşmak mümkün müydü?
Bu soğuğu tanıyorum. Bu çocukluğu, bu yazıyı tanıyorum.
Elim eski hızını yine kağıt üzerinde, kurşun kalemle buluyor, acemiliği yavaşça atıyorum.
Hatırlıyorum.
Kendi kahkahamı duyuyorum.
Sonra yine E., sonra yine G.
Üç kişilik bir kahkahadan kulaklarımda kalanlar..
Gülüşümü gülüşleri izlemeli mutlaka. Ankara’da yaktığımız gemileri ve geri dönüşsüz çizdiğimiz yolları, planları, krokileri, ellerimizle açtığımız yaraları ve pansuman yapmakta kullandığımız pamukları yeniden bulup kağıda saklıyorum.
Kurşun kalem hışırtısına adıyorum tamamını.
İşte yeniden başlıyor her şey. Biri bana alkol temin etsin tadında bir yaşam ve yanında çerez olarak kahkahalar.. Uzaklığı kestiremiyorum, oysa gülmek ne kolaydı..
Ben mi yanlış hatırlıyorum?
Konuşsanıza...
Duvarlarımı anımsattı G.
Bana benzeyen duvarlarımı..
Olağan tatsızlıklar bunlar, ellerimin üşümesi geçici.. Dostlar yoksa eldivenler var değil mi?
Duvarlar..
Önümde 4 paket bitmiş sigara var. Alkol yok. Şaşırdınız mı çocuklar? Daha başlamadım. Daha okadar değil.. Önce yüzlerimi ayıklamalıyım. Ve bu eskisinden çok uzun sürüyor. Geçmişimi formatlamalıyım yeniden, yoksa yavaşlıyor her şey, biliyorsunuz..
Biliyorsunuz değil mi?
Duvarlarım..
Şimdi bir sigara daha içmelisin. Hem de sağ elinle yazdığın için bunu sol elinle yapmalısın. Ama sol elinle hiç bir şey yapmayı beceremediğin için sigarayı düzgün tutamayıp burnunu filan yakıp küfür etmelisin elbette.. küfür et..
Sigarayı yaktım, gemiler zaten yanmıştı, dönüş zaten yoktu. Peki bu saatte bu yüzleri nereye atmalıyım?
Sakinleşiyorum. Önüme nüfus cüzdanımı koydum. Soyadıma, adıma, baba adıma, ana adıma, doğum yerime, doğum tarihime, medeni halime (ki bana pek de medeni görünmüyor ama), dinime, kan grubuma, cilt no’ma, sıra no.’ma, verildiği yere, veriliş nedenine, veriliş tarihine iyice baktım. Bunların hepsi çok önemli. Bunların hepsi iyice öğrenilmeli. Tekrar tekrar okunup gerekirse yazarak çalışılmalı ve bir kere kendi kendine anlatılmalı. İcap ederse özet çıkarılmalı. Hiç unutulmamalı.
Sigara acı bir tat bıraktı ağzımda. Nüfus cüzdanımın üzerindeki “ben”e baktım ve ona şöyle dedim: “Sigara senin ağzında acı bir tat bıraktı”. İfadesini koruyor. Hiç de ağzında acı bir tat olan birine benzemiyor. Salak.
Şimdi bunları sindirmeliyim..

lord henry


Evlenmenin en büyük kusuru insanı bencil olmaktan vazgeçirmesidir..

şşt..sessiz ol içimdeki çocuğu uyandıracaksın!


rica ederim bu mevzuyu kapatalım.
kafamın içerisinde patlamakta olan havai fişekleri izleyebilen bir tek benim, biliyorum, bu sebeple kimse bana benim baktığım hayranlıkla bakmıyor ve ben kimseyi inandırmaya çalışmayacak kadar inançlı ya da inancımı hemen kaybedebilecek kadar yorgunum.
bu sebeple varlığımla ilgili herhangi bir soruya tahammülüm yok.
bu sebeple çocuklara tahammülüm yok. her şeyi anlayabilecek gibi duran ama yine de cevapları büyüklerde arayan çocuklara..
kimileri için bir hayal kırıklığı kimileri içinse bir kırıklık olmaya aday hayalim..
boy sırasına sokuyorum çocukluğumu, her boyda, boyunu aşacak bir takım hareketler ve gırtlağına kadar göz yaşı olduğunu söylesem yine kendimi abatıyor olduğumu söyleyecekler.
neyse ki boyumun uzaması durdu.
neyse ki açıklamış olduğum sebeplerden ötürü kimseyi inandırmak zorunda değilim..

18 Mayıs 2007 - azil


- unutma ki zaman, gidecek yeri olmayanların evidir.

- ölümcül bir hastalığa sahip olan ile intihar etmekten yorgun düşenin ortak noktası, ilerleyen zamanda geri gidiyormuş gibi görünmeleridir.

- bir insanı öldürmek, ondan nefret ettiğini düşünmenin yanında daima kusurludur. hiç bir davranış, düşüncenin gerçek tercümesi değildir.

- aptallar sevdikleriyle düşer, kötüler sevdiklerini aşağı çeker. (bu kuralın gerçek olduğu varsayımından hareketle e. aptal olmadığı gibi kötü de değildir. peki bu onu akıllı ve iyi yapmaya yeter mi yoksa sadece kötü ve aptal olmadığı anlamına mı gelir? ayrıca benim de hem aptal hem de kötü olduğum anlamına gelir ki, bu da aynı zamanda akıllı ve iyi de olabileceğim gerçeğine karşı bir varsayım mıdır?..)