30 Ekim 2012 Salı

its officially fall




"Sonbahar geldi", Ankara'da ne merserize hırka ne kot monttu.
Ne ilk düşen yağmurlar, ne erken kararan hava, ne pikeden battaniyeye geçiş.
"Sonbahar geldi", kopan bir sararmış yaprağın uçup önüme düşmesiydi her sene aynı klişe ile.
Oysa şimdi Sonbaharın gelişi çok acayip.
Orada yapraklar düşerken burada bir gecede kayboldu insanlar sanki bir tılsımlı sopa değmiş gibi.
Bir gece önce yürüyen insanlar kaybolmuş, dükkanların kepenkleri kapanmış, sanki daha kararmış sokaklar, ışıklar sönmüş, evlerde de insanlar kalmamış aynı sokaklar gibi.
Bunca yıldır buraya gelip gitmeme rağmen sanıyorum o kayboluş gecesine hiç rastlamamışım.
Dün gece dışarı çıktım ve "kimse kalmamış" dedim, "its officially fall" klişesi döküldü dudaklardan, sonbahar gelmiş.

İnsanlar ağaçlardan dökülen yapraklar gibi ilk lodosla uçuvermiş..

12 Ekim 2012 Cuma

teninde deniz kokusuyla..

deniz kabukları getir bana yine,
çingene kızları, sümüklü çocuklar, çıplak ayaklar,
kumlar, kumsallar ve dalgalar
yorgun ve sevişmekten kızarmış yanaklar
seni getir yeniden bana 
sevdiğim gibi olsun
32 diş gülen bir ağızı yaran kahkahası içinde
parıldayan gözlerinde güneşin ışığını ver
yeniden yeniden aşık olayım sana
bir daha sev beni öyle
deniz kabukları ve köpükler içinde..

sorsam..


9 Ekim 2012 Salı

anladın mı?


i know




geçicek diye bekliyorum.
beklediğimden geçmiyor,
biliyorum.




"bana kulak ver ki sana ses verebileyim"


"çok özledim" diyorum rüzgarın getirdiği kokuna
hiç duraksamadan geçip gidiyor yanımdan
(ayıp ama)
üzerime sinmesini beklerken kayboluyor
kokun gidiyor, rüzgarın baki,
saçlarımın arasından dolaşan parmakların sanki
sesleniyorum sağa sola
bir kulak olsa sesim ulaşırdı belki
kayboluyor
ayıp ama..

8 Ekim 2012 Pazartesi

6 Ekim 2012 Cumartesi

bb

33cl bira ile sarhoş olabilir bazen insan, anlamadığı bir şarkının sözleri ile ağlayabilir, denize sırtını dönüp oturabilir, bir kokunun peşinde kilometrelerce yol gidip gelebilir, hırçınlığının sebebini kendine bile anlatmakta güçlük çekebilir. 

8 Nisan 2012 Pazar

çocuk

hep sanıyordum ki biz benciliz, okadar benciliz ki çocuk yapmak istemiyoruz..
ve sonra anladım ki, en az bencil olan biziz aslında.
çünkü herkes çocuğu kendisi için yapıyor, "çocuk için çocuk" diye bir şey yok yani.
zaten eğer öyle olsaydı önce bir çocuğa sorulması gerekirdi, daha az bencil olması adına.

19 Mart 2012 Pazartesi

x

if you set me free, i will not run.

14 Mart 2012 Çarşamba

ev mi alırsın komşu mu?

Tam monoton oldu derken, oturdum derken, hop toplan yeniden, taşın bakalım..
Bu defa daha bir sabitlenmeye doğru sanki adım, bu sebeple başarılı denebilir.
"küçük olsun, benim olsun" felsefesine uygun.
Aklımda renkli saksılar, renkli çiçekler, renkli minderler..
Yavaş yavaş hızlanıyor taşınma faslı.
Ve bir kere daha toplanacak olan onca kitap gözümde büyüyor.
Her şeyden zoru kitapları taşımak sanki.. Okadar eksilmiş olmalarına rağmen hemde!
Yine de eve her gelen ya "okudun mu bunları" ya da "okuyacak mısın bunları" diye soruyor.
Bir açıklama yapmak zorunda bile kaldım "biz sokakta oynarken sen kitap okumuşsun" diyen birine..
Siz sokakta oynarken bende oynadım ama esas olan sokakta olamadığım zamanlarda mevcut dünyadan memnuniyetsizlikti aslında. Bir başka dünyada olmaya, bir başkası olmaya, başkalarının hayatını yaşamaya, hikayesini dinlemeye olan ihtiyaçtı. Hayaller hep gerçeklerden güzeldi. Bazılarının hayalleri de benimkilerden güzeldi.. İşte sebep buydu kendini kelimelere gömmeye. Bu dünyadan kaçacak zamana ihtiyaç duymaktı. Okumak da yazmak gibi bir ihtiyaçtı. Sanıyorlar ki okumak yaşamaya engeldi, hayır değildi, yaşayacaklarını yaşarken buna bir de yaşayamayacaklarını eklemekti.
Başka adamların fikirlerini, başka kadınların rollerini görmekti.
Ve şimdi o başka adamlar ve kadınlar bir sürü kolinin içerisine bir kere daha girmeyi, bir kere daha çıkmayı bekliyor.
Ara ara aklıma gelen "şunları bir kütüphaneye versem mi acaba" fikri ise, tekrar herhangi bir tanesine ihtiyaç duyduğumda elimin altında olmayabileceği fikriyle son buluyor, veremiyorum.
Onun yerine başka çözümler bulmaya çalışıyorum.
Küçük evde çok yer tutan kitaplıkları duvar raflarına çevirme fikri üzerinde duruyorum örneğin.
Kendi kitaplıklarımı bozdurup yerine duvar kitaplıkları elde etme peşindeyim.

Bunun dışında bir de bahar geldi buraya.
Tüm memleket kara kıştan kırılırken bizim erikler çiçek açtı.
Az evvel şirketin önündeki koca çam ağacı üzerinde yeni yeşillenen küçük kozalakları gördük.
Hem ağacın büyüdüğüne hem baharın geldiğine sevindik yeniden.

Kış rehaveti bizim için yavaş yavaş bitiyor, yerini yeniden bisiklet, yeniden aydınlık bir havada işten çıkış alıyor.

Lakin bu ev alma komşu al durumu gerçekten kafamı kurcalıyor.
Apartman hayatından uzundur uzak duruşumun sonucu mu bilmiyorum ama karşı kapıda gördüğüm ayakkabıları hemen ilerideki azmakbaşından dereye atma fikri gözüme gayet cazip görünüyor.
Ya da eve taşınabilmek adına yapılan ufak çabalardan "matkapla delik açıp sabunluk monte etme" işlemimize yan komşunun karısının "kocam hasta ve biraz sinirli, lütfen matkap kullanmayın" lafı üzerine kafamda canlanan türlü çeşit matkap fantazisi ileriki günlerde yaşayabileceklerimize ışık tutuyor.
Ben hiç bir zaman çok hoşgörülü bir insan olmadım kabul ediyorum, insanların da çok hoşgörülü olduklarını sanmıyorum. Herkes kendi istediğinin hemen olabilmesi üzerine bir çaba ile yaşıyor neticede.
Ama hoşgörüsüzlüğün sınırlarını zorlayan insanlar için elimde matkap "testere" serisine yeni bir boyut katabileceğime inanıyorum. Allah sonlarını hayır etsin :) ayakkabılarını bir kere kapının önünde bulamayan sevgili karşı komşumun ise bundan sonraki adımlarında daha dikkatli olacağına emin gibiyim..
Bir diğer mevzu ise yan bahçenin tavşanları.
Tavşan sempatik hayvan, severek izliyoruz.
Ama benim de kedim var ve o tavşanlara kafayı takacak.
Bunu da merak içerisinde bekliyorum, bakalım neler olacak..

İnsanlar ile minimum iletişimde olmaya çalışan biri için apartman zor iş..
Bugün balkon demirlerine çamaşır asan kadına "Allahım düştüm köyülülerin arasına" diye çemkirdim, yine de anlayışlı olmaya çalışıyorum işte!
Şimdi oturduğum evde de yeri göğü inleterek kızını her gün "dilaraaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaağ  dilaraaaaaaaaaaaaaaaaaağğğğğ" diye çağıran kadına karşılık camdan bir kere "anan ölsün dilara" diye bağırmamdan sonra sorun büyük miktarda çözüldü mesela.
İşte her şeyin başı anlayış, her şeyin başı hoşgörü..
Eminim bu apartmanda da benzeri çözümler ile herkesin yaşantısını kolaylaştıracağım.

Matkaplar elimizde
Ayakkaplar deremizde
Biz gideriz ormana hey
Ormana..