26 Eylül 2008 Cuma

welcome to crowd


kısa topuklu ayakkabı - diz boyu etek diyarına tekrar hoşgeldiniz..
lütfen eski kimliğinizi paspasa siliniz..



adınızın sonuna eklenecek olan "hanım" ile üzerinize almış olduğunuz sorumluluğu yerine getiriniz..



müşterilerin her zaman haklı olduğunu aklınızdan çıkarmayınız, ne demiş bosh "müşteri kaybedeceğime kendimi kaybederim daha iyi"demiş, kendinizi çok kaybetmemeye azami dikkat gösteriniz yine de..


esas unutulmaması gereken tüm bunların para için yapılmakta olduğudur. Ne kadar çok tüketirseniz onlar da sizi okadar uzun tüketirler..



hedefi unutmamak ve o hedefe ulaşır ulaşmaz bu dünyadan tekrar "çimene yat, denize bak" dünyasına geçmek şarttır, farzdır, aksi ve fazlası günahtır yazıktır..



o hedefin ne kadar yakın olduğu ise saatinize ödenen paraları ayakkabıya yatırma isteğiniz ile ters orantılıdır..


çalış, öğünme, elinden gelirse öğürme ve asla güvenme.
bildiğim en esaslı iş ögüdü işte budur..



(for photography see http://bsimple.com/ )

22 Eylül 2008 Pazartesi

sevgili dostum g.,

belki de sorunun esasında bizden başka herkeste olduğu varsayımından hareketle en büyük hatayı yaptık.

belki de "alışamadım bu dünyaya" mottosu ve akabinde edinmiş olduğumuz "bir şekilde kendine survive edebilecek ortam sahibi olup bu ortamdan da kovulana kadar hayatını sürdürmeye bakma hali" yanlıştı.

belki de biz gerçekten çok yanlış insanlar olduk en sonunda..

hep konuştuğumuz gibi, bizden beklenen başarı hikayelerini bir yana bırakıyorum, bizim kendimizden ve birbirimizden beklediklerimizin bile kenarından köşesinden geçemedik.

senin en yakının ve hatta bir organın olarak gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki sen iyi bir insan falan değilsin, değildin, olmadın. en az ve en çok benim kadar kötü olduğunu söylediğim için bircan gibi aşağılanmak ve azarlanmak korkusunu içimde hiç duymadan yazıyorum bunu tahmin edersin ki.. iyi niyetli olman hiç bir şeyi açıklamıyor, hiç bir hatayı örtmüyor ve bencillik kelimesi bütün çıplaklığı ile piyasa fiyatlarını yerinden oynatıyor.

evet bütün demek istediğim bu, iyi niyetli olabilirsin ama niyetin kendi iyiliğin için olunca buna "iyi insan" denmiyor. başkalarının çekeceği sıkıntıyı hiç düşünmeden yaşamak seni süpermen yapmıyor..

görmek istediğimiz gözlerimizi taktık, hayatın bize yamuk yaptığına sarsılmaz bir inanç sahibi olduk, bu dünyaya ait değildik, öteki dünyalara gidecek paramız yoktu, annelerimiz deli, babalarımız alkolik, ailelerimiz problemli çocuk yetiştirme enstitüsü, etrafımızdakiler anlayışsız, bizler kimseyi kırmamak için yalan söyleyen melaikelerdik.. ( melaike kelimesini yazarken bile zorlanmam melaike olmadığımız anlamına gelmez değil mi tatlım? :) )

böyle mi gerçekten tüm hikaye? benzer şartlarda yetiştirilmiş kaç insan evladı tanıyorsun sonucu bizimle kıyaslanabilecek?

bir bilinç mi geldi yoksa sen buna pes etmek mi dersin bilmiyorum, ben de karar verebilmiş değilim hangisine maruz kaldığıma ama tek bildiğim ölemediğim ve bu şekilde yaşamaya da devam edemediğim ve artık bunun için bir şey yapmazsam kendimi çiğ çiğ yemek suretiyle koli basili falan olmak zorunda kalacağım oldu.

çok laf salatası yaptım, şunu demek istiyorum "bu dünya çok kötüüü" diye bağırıp kendimin ne olduğundan bahsetmek yerine bir uyum sürecine girmeye çabalamaya karar verdim, "değişmek" demek istediğim.

onların istediği gibi olmak değil belki ama yontulmak, törpülenmeye izin vermek. bunca yıldır ömrüm törpülenirken şimdi kendimi inandırdığım kalelerin yıkılmasına müsade etmek, onların belki de doğru olmadıklarını kabul etmek..

beni bilirsin, hiç bir istediğimden kolay vazgeçmedim, çoğunlukla da her istediğimi aldım, zaten çok az şeyden vazgeçmek zorunda kaldım, öyle ki bir örnek vermek için kendimi zorladığımda hatırlayamıyorum (eminim sen benim için bunu yapabilirsin, ben de senin için). şimdi de büyük bir kandırmacanın içerisinde olabilirim ama kendimi bunun benim istemem sonucu bu şekilde olduğuna inandırdım. normal bir insan olmak istiyorum, dünyaya uymak istiyorum, bu benim istediğim olduğu için de şimdiye kadar olduğum ben olmaktan vazgeçiyorum. onları taklit ederek mutlu olmak istiyorum çünkü diğer yolla mutlu olamadığımdan emin oldum, daha fazla deneyecek yerlerim ağrıyor...

artık kabul etmeliyiz sevgili dostum, intihar edecek yaşımız geçti ve kimse bizim için bu iyiliği yapmıyor. kendimi bir direkten bir ağaca çarptım, bana mısın demedi ve o gün aslında bu kararı aldım. madem ölemiyorum ozaman en azından yaşamayı denemeliyim..

şimdi garip bir hazırlık içerisindeyim, hayatımı komple değiştirmek, kendi istediğim şekle getirmek, ayakta kalmak ve ayakta kalırken kimseye dayanmamak için.. kimsenin parasını almamak, parasını aldığım için kimsenin benden olmamı istediği insan olmam konusunda laf yememek, yıllardır hayalini kurup gidemediğim şehre gitmek, kendi istediğim gibi yaşayabilmek için.

çok güçlü olduğumuzu iddia ederken tek yapabildiğimiz içimizin yıkıntılarını toplamak oldu ve bu bile bizim için çok büyük bir işti. birilerinden ayrılmak, bir takım bağımlılıklar edinip akabinde onlardan kurtulmak, nefes alıp vermeye devam edebilmek oldu tek başarımız ve ben artık kendime baktığımda bunu görmekten çok sıkıldım. bu yapmacık "çok güçlüyüm ben" hikayesinden çok sıkıldım, bu gerçek değil..

gerçek; senin geçtiğimiz 1 sene içersinde burada gerçekten para kazanabildiğin bir işe sahip olman, o evin kirasını kendin ödemen, kendi kredi kartını ödemen, annenden bağımsız bir hayat sürebilmen sonucunda çok güçlü olduğunu iddia etmen olurdu. birilerinin bakımına muhtaç sürülen bu yaşantılar uzaktan gayet patetik görünüyor.. (bunları seni suçlamak için yazmıyorum, babamın gölgesinden kocamın şemsiyesine yaptığım yatay geçişte, şemsiyenin sapı götüme girmese şimdi böyle "kendi ayakların üzerinde dur" yardırmacasına kendimi kaptırmış olurmuydum inan hiç bilmiyorum)

işe girmeyi ve para kazanmayı denediğini biliyorum, maaş alamadığın bir işin ardından düşük bir maaş ile çalışmak zorunda kaldığını da biliyorum ama en azından bir maaşın vardı ve bu bir başlangıçtı, sevgilinin orayı arayıp patronlarına ana avrat sövmesi sonucu işinden olman ise ya senin ya da sevgilinin suçuydu, bu oranın şartlarına uygun hareket edememekti ve bu da gerçekten o paraya ihtiyaç duymamandan çünkü annenin her zaman götünü toplamasından kaynaklanıyordu (aynısı benim için "baba" versiyonu ile hayat boyu geçerli oldu..) ama neticede sonuç değişmedi, işsiz, parasız ve birilerinin desteğine ihtiyaç duyar hal devam ediyor.

zaten bildiğin şeyleri çok uzun anlatmış olabilirim dostum, istediğim seni üzmek ya da daha fazla canını sıkmak değil inan, belki de seni üzsem ya da daha fazla canını sıksam bunun da bir faydası olabilir ve belki de bunu yapmışımdır.. seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, bu herhangi insanların "süreli" sevgileri ile kıyaslanabilecek bir şey de değil, yine de bu göz açılması esnasında bencilliğinin boyutlarının gerçekten tavan yaptığını ve bu gidişin gidiş olmadığını, etrafındaki herkese zarar verdiğini gördüm, görüyorum.

bu kadar lafı neden ettim? kendi kendini inandırdığın bu "ben haklıyım, dünya beni anlamıyor" halinden bi çık, bi dön kendine bak, kendine gel eğer gelebiliyorsan, gelemiyorsan tutun bana ben kendime gelirken bi yere kadar bırakayım seni de, iyi ol, huzura er, kendine kal, bunlarla uğraşmak zorunda kalma diye ettim..

ölme diye ettim. ölme. çünkü bende bencilim ve senin bencilliğinin benimkine dokunuyor olmasından rahatsızım. çünkü hayatıma sen yanımda yokken bir yerlerde var olduğunu bilerek devam etmek çok zor olmuyor ama senin olmadığın bir dünyadan çin halk cumhuriyeti eksilmiş gibi geliyor, hatta belki komple asya kıtası. 3 tarafı denizlerle çevrili yurdumu ateşe vermek istiyorum içerisinde sen olmadığını düşününce..sen olmazsan benim kötülüğüm olduğundan büyük görünüyor gözüme, haklılığımı kaybediyorum ya da haksızlığım öksüz kalıyor. yaşayabileceğini, herkesin yaptığı bu şeyi senin de en azından deneyebileceğini biliyorum, denediğin zaman yapabildiğini de biliyorum. sadece bir silkinmen gerekiyor.

seni çok seviyorum dostum,
belki de en azından söylemiş olduğun gibi beni bırakmamak için deneyebilirsin, çünkü senin de beni çok sevdiğini biliyorum..

19 Eylül 2008 Cuma

officially fall..officially falling again..

i like to remember things my own way.
how i remembered them, not necessarily the way they happened.


LOST HIGHWAY

işte böyle..

17 Eylül 2008 Çarşamba

mesela mutluyken..

macera evvela teknenin göcek'te, çekek yerinde altının zımparalanması ve benimde desteğimle zehirli boya sürülmesi ile başladı. aylardan şubat'tı, bence tatil için gayet idealdi.. ankara'da yüzünü unutturan güneş arada bir tshirt ile gezmeye sebebiyet verecek kadar dozunu arıtırıyor, diğer zamanlarda da ankara ayazını unutturması ile bile yetiyor. ayrıca yelekle geziliyor, bu bir lüks bu ayda..

bunun yanısıra bozkırın uzağında olmak, denize bakmak insanı şubat ayında kış depresyonundan alıp bambaşka kafalara gönderiyor..su kafası.. bahsi geçen teknenin bu hazırlık aşamasındaki hali aşağıdaki gibidir:
bu yukarıda görünen elbette altı boyanmadan evvelki hali, boyandıktan sonra pek şahane oldu, elimize sağlık..

Göcek avuçiçi kadar yer, yapacak bir şey de yok. Etrafında muhteşem koylar olması ve Turgut Özal tarafından popülerleştirilmiş olması sebebiyle bir tane 5 yıldızlı otel çakmışlar, önünden denize giriliyor, güzel balıkçılar var ama mesela şubat ayında gittiysen benim gibi, akşam 1de vardıysan ve açsan bu aç uyuman gerektiği anlamına geliyor.. (biz aç uyumadık, babamın kankaları mangal başındaydı çok şükür..) manzarası elbette süper, tartışmasız güzel.. mesela şöyle:


daha sonra (nisan ayında) tekrar gittiğimizde, şubat ayına nazaran daha kalabalık olmakla birlikte yine boş sayılabilecek bir güzellikteydi, biz de öğlen yemeği için bişeyler yiyelim diyerek bir kebapçıya oturduk. 3 tane beyti, 1 tane adana söylendi, 4 tane de meşrubat, beklediğimiz hesap kişi başı 10 hadi bilemedin 12 ytl olsun şeklinde iken gelen 72YTL hesap hala hatırasını koruyor, sebebi ise 72YTL'nin büyük para olmasından ziyade insanın kazık yediğinde kendisini kötü hissetmesi. Reklamdaki midesinde cep telefonu öten kadın gibi, üzerine bi bardak su içtik, sular şirkettenmiş.. Henüz hiç bi şeyden habersiz yemek beklerken aha şöyleydik:
Fotoğrafı çeken olması itibariyle kardeşim eksik, aslında yanımda oturuyordu kendisi. Kebapçının da menüsüne bakıp ona göre sipariş verilmesi açısından ismini hatırlamak isterdim ama tek bildiğim çarşının hemen göbeğinde olduğu. çarşı zaten bi göbek kadar olduğu için çok sorun edilecek bir tarif değil bu..

velhasıl, göcek güzel bir yer ama sezon kısa bu biir, yapılacak hiç bir şey yok desem yeri bu ikii, bunu arayanlar için ideal olabilir ama bence sadece teke sahipleri için ideal.. port göcek gördüğüm en güzel marina, yeşilikler içerisinde, duşu - wc'si bodrumdan da marmaristen de temiz ve güzel.. enteresan bir bilgi daha, göcek migros diğer migros'lardan pahalı, sebebini sorduk, "burda böyle" dediler, bir nevi "işinize gelirse"..




nisan ayında hava hala serin oluyor bir şekilde, denize de girmiştik bazı günler ama genelde serindi. yağmur yağmıştı bir gün sağanak, bir de tam turunçtan sonra yağmur çiselemeye başlamıştı, gebe kilise de durmuştuk ondan evvel, yukarılara tırmandık, aha bu aşağısı işte tırmandığımız yer.


tırmanırken ayakkabı giymeyi bir tek ben akıl ettim çünkü oraya daha önce defalarca tırmanmış olan da bendim, onlara neden ayakkabı giyin demedim hatırlamıyorum..keçi gibi seke seke çıktım da oturdum yukarı bi o yana baktım deniz, bi bu yana baktım deniz, düşünüyorum hala insan denize bakmaktan da sıkılır mı bir zaman sonra? insandan insana değişir herhalde, benim için durum "su akar deli bakar"..
uzuuun uzun bakabilirim yani.. bu da gebe kilisenin kiliseli olan kısmına misal:



neyse sonra işte, otel kalıntısı var bir tane marmarise doğru yola devam edince. 7 yıldızlı olucakmış, 15 senedir ne yıkıyorlar ne yapımına devam edilmesine izin veriyorlar, içmeler'e gelmeden karşılar insanı mezarlık gibi görünür hep gözüme, rezalet, kocaman bi bina yığını, onu gördüm, yağmur çise çise yağıyordu ozaman, babamda viski içiyordu ondan özendim de aldım elime herhalde o viski bardağını, gittim taaa teknenin önüne (böyle deyince "taaa"nın uzaklık belirtmesinden ötürü insanın gözünde gulet canlanıyor değil mi? oysa en fazla 1 metre uzaklaşmış olabilirim diğerlerinden..), taaa teknenin önü hiç konforlu bir yer değil, nitekim kendisi bir yelkenli..
görelim yelkenliyi:


burnu konforsuz olsa ne yazar, dünyanın en güzel yeri oydu.. hele gitmekte olduğumuz yön marmaristi, yağmur çiseliyordu ve elimde viski vardı, öte yandan kulağımda kulaklık takılıydı, müzik de pek güzeldi, sol yanımda eşek adası vardı, ardından feneri gördüm, iyi geldi, burnumuzu netsel'e çevirmiştik, gidiyorduk güzel güzel, her şey iyiydi.. yağmurun biraz hızını artırması hoşuma bile gitmişti.. yağmurluğum da vardı zaten, daha ne isterdim ki.. aha bu da yağmur yağarken teknenin dışı mesela: (anlattığım yer değil, serçe adasında dururken çekmiştim bunu ama ambiyansı açıklamak için örnek olarak göstermekte sakınca yok..)


yağmurda daha güzel hakkaten hava, deniz, ruh halim filan..serçe koyu'da tavsiye edilesi muhteşem gibi bi yer denebilir.. insanlar öğleden sonra sığınıveriyor oraya. yanımızdan taka geçti mesela biz sığındıktan hemen sonra, barbun aldık kendisinden, kilosuna 45YTL verdik ama barbun dediğime bakmayın "balina ebatlarında/barbun tadında" bir şeydi bahsettiğim, kişi başı bir barbun şeklindeydi alışveriş, dehşet de lezzetliydi..(aylardan nisan'dı..)

bu aşağıdaki fotoğraf da serçe koyunun kıyısından çekildi tarafımızca, tuhaf bi mekan var orda "restoranbakkal" diyebiliriz sanırım kendisine. içecekleri satın alıp gidebilirsiniz de, oturup içebilirsiniz de.. akşam yemek yiyecekseniz evvela söylemeniz lazım ki hazırlık yapsınlar.. bir de salıncak vardı en çok onun keyfini sürdük, bu da salıncaktan manzaramız olarak kayda alınsın:



tatilin geneli babama gps'i öğretmeye çalışarak geçti, bu da onu ölümsüzleştiren fotoğrafımız:
neticede çözümü benim kitapçığı türkçeye çevirmem, bilgisayarda yazmam ve print edip naylon poşet dosya ile babama teslim etmem şeklinde bulduk, her şey böyle daha kolay, daha güzel olmadı mı? oldu evet. ama buarada ben öğrenmiş oldum gps aletini, bana yaradı yani, iyi oldu.

bilenler bilirler, bilmeyenler bana sorarlarsa bilmeliler, marmaris-içmeler arasındaki yolda martı-marmaris palace-mares dizi dizi 5 yıldızlı otellerdir, aralarında turban'da vardır, grand yazıcı da vardır, hatta arena beach vardı eskiden,şimdi adı değişti, "bana müzikli iskele olsun, yastığa yatayım kokteyl yudumlayayım" diyen varsa mevcuttur ama diyeceğim bu değildi, bana hiç lazım değl beach havası, bu havada olan da bence marmaris'te kalabalık etmesin, çeşme'ye buyursun, plaja girerken 50 ytl bayılsın, rahatlasın..
hazır o yoldan bahsetmişken, içmeler belediyesinin zakkumları diken ellerinden öperim, böyle güzel bir yürüyüş yolu onca kilometre boyu nerede var bunu da sorarım.. çok daha iyisi olabilirdi ama şimdilik yola örnek resim şu olsun:
bu da zakkum misal:


neyse ne diyordum, hah, o yol.. evet o yol ömrümde en sevdiğim yollardan biri.. marmaris tarafından içmelere doğru ana caddeden giderken, içmeler manzarası bunca sene sonra hala ara ara gözlerimin dolmasına sebep olur (nedense hiç durup fotoğraf çekmedim, örnek veremeyeceğim..).. Ana caddeden değil de sahil yolundan gidiyorsanız ise (yayan yahut bisikletli çünkü motorla bile yakalarlarsa kızıyorlar, çok kızarlarsa ceza bile yazarlar..) otellerin içmelerde yeniden başlamasından az evvel, kafeler başlar.. Can's cafe bunlardan hem en çok bilineni hem de en çok sevilenidir. Kahvaltı için de akşam yemeği için de uygundur (cebinize tatil için uygun miktarda para aldığınız farzı ile), akşam yemeklerinde gitar dinlersiniz, denizin hemen üzerinde oturursunuz öyle ki düşseniz içine düşersiniz, en sevdiğim yerlerden biridir hakkaten. aha bu da manzarasına örnek foto olsun:

bu görünen masa, can's kafenin balkon kısmına misal olsun diyedir, ayrıca bir üst basamakta daha bir yemek masası şekilli olanları vardır bunların. yine aynı mekandan bir başka görüntü(m) için "marmaris'te ne var?" sorusuna bakmak mümkün.. ya da daha fazla fikir sahibi olmak lazımsa aşağıdaki resme bakılabilir. gene keyfimden yarılacak gibi gülüyorum, sahil-manzara falan da her şey meydanda..
tabii bu görüntü ve huzuru elde etmek için orada bulunulan zaman dilimi pek önemli. normal şartlar altında sağ yanımda görünmekte olan kum kısmın yerini plastik şezlong ve yatalak turistler ile onların şemsiyeleri alıyor. oysa sahil böyle güzel, bomboş ve cana yakın (yahut bana yakın..)

nerden başlasam, nasıl anlatsam bir hikaye benim için marmaris ama nasıl olduysa sonunda bir yerinden anlatmaya başlayabildim, çok da uzak bir yerinden göcek'ten : )) ama işim gittikçe zorlaşmaya başladı marmaris'e varınca, onca fotoğrafın arasından seçmek, tamamını sevdiğin bir yerden kısım kısım bahsetmek. birisini neden sevdiğini açıklamak da bana hep acayip gelir zaten. birini bir "sebep"ten sevmek sevginin akıl ile yapılan bir iş olduğuna işaret eder bu da onu gerçeklikten uzaklaştırır.. bana böyle geliyor işte.

yine de bir kısım da olsa anlatabildiğim için mutluyum.. belki sonra devam bile ederim :)

7 Eylül 2008 Pazar

senin için yeni bir şey yazdım

04.09.08

Yaptığın şey şu; "önce tamamen yıkılmadan nasıl yeniden ayağa kalkabilirim" demek.
önce tamamen yanıp sonra küllerinden yeniden doğmayı beklemek.
ve her defasında o küllerden yeniden doğan alt kimlikten derhal sıkılıp yeniden küle dönüşmeyi bekleme safhasına geçmek.
bu, etrafındakilerin seni her defasında 'us'landın zannedip "hah.. işte bu sefer" dedikleri kısım,
sonra sen son sürat yanışa geçince "tüh..gene değil" kısmı başlıyor.
bense artık ne "hah" ne tüh" demiyorum.
sanırım bu durumu çözeli çok olmuştu ama kelimeleştirmemiştim.
ö.'nün aşkın en sevdiği halinin "acı" hali olması gibi, sende bir hayatın en çok "yanılan" kısmını seviyorsun
ve bunu henüz 15 yaşındayken bulduğun her yere "full speed on wrong direction" yazarak belirtmiştin.
biz anlamamayı seçtik..

neyse şu an teknenin burnuna oturdum ve senin son ölmemeyi başardığın sabah evden çıkıp meclis parkına yürürken
"dinle" diye mesaj attığın şarkıyı dinliyorum (çok belirtili isim tamlaması) (tasvir ruhun gıdasıdır).

seni seviyorum.