21 Ağustos 2008 Perşembe

the world is not enough

the world is not enough çalıyor.
bir anda içimde garip bir his oldu.
kendi eski sevgililerime dair hiç yaşamadığım bir his.
acıma.
yanma.
bana ait olmayan bir sevgi (belki de adına aşk mı deniyor?)nin hatırasını getirdi şarkı ne garip.

vilayetler evindeki curcunanın arasında gelin odasındaki şifonyerin üzerinde duran burger king paketleri mesela..

kafasına duvak örtmek istemeyen gelinin inadı ya da..

düğünden evvel üst katta fotoğraflar çekilirken yapılan soytarılıklar "gemiyi de çekiyor musun"lar..

gelinliğin uçuşan parçaları, o parçaların rüzgara kapılıp uzaklaşması, beyaz ufak parçalar..

sonra işte, the world is not enough..

bazı şarkıların beraberinde bazı kokuları, bazılarının ise günleri taşıması bu. bir başkasının sevgisinin, sevgi ve sahip çok uzaklarda iken bile geri gelmesi..

şarkıyı seçtiğimiz gün, sahibinin içeride gelin yatağı olması gereken yatakta yanında bir kova ile kusmuklar içerisinde yatması, annesi kardeşi ve benim yan odadan ona şarkı seçtirmemiz, elma yememiz, gelinin elma istemesi, vermememiz de bu şarkının anılarına dahil mesela..

ne kadar uzakta şimdi. o gün, şarkısı ve sevgileri..
hayat da böyle bir şey işte diyerek bitirmek istemezdim bunu..
üzgünüm.

20 Ağustos 2008 Çarşamba

sevgili güllük,

benden beklendiği üzere yeniden bir takım çırpınışlar içerisine girdim. ters dönmüş bir böcek edası ile hiç hareketsiz sırt üstü yatarak geçirdiğim son 3 haftadan sonra o son bacak seyirmesini yapıp geberip gitmem beklenirken tek hamlede düz tarafıma zıplayarak döndüm ve "ee nereye çuf çufluyoruz" cümlesi ile yeniden 12 yaşımın gerizekalı ifadesine bürünmeyi başardım, bilmem aranızda şaşıran var mı.
esas şaşıran benim esasen, yahut burada dinleyen herkesin aklının bir kenarında çağrışmış olduğu üzere "şaşıran sen mi yoksa ben miyim bilemedim" mi yazmalıyım, bilemedim hakkaten, orhan babaaa diye bağırmak istedim. kahrolsun bu içimizdeki her gördüğü amcaya baba demek isteyen iyi yürekli çocuk (bir de sülü baba var biliyorsunuz, çoban kendisi, ona neden baba dendiğini bilmiyorum, müslüm baba bile daha bi babam sayılır ona nazaran.
ki nazarlayacak baba seçeneklerimizin orhan-müslüm ve süleyman arasında gidip gelmesi ise içler acısı farkındayım..)

sabah sabah neler de anlatıyorum böyle kendi kendime. allahıma bin şükür yazı icat olmuş da bu cümlelerin hepsi kafatasımın iç bükeylerine çarpıp beynime beynime zonklamıyor (iç bükey kelimesini bu şekilde kullanmanın doğru olmadığını, onun benim anlatmak istediğim şey olmadığını düşünüyorum ama matematik ile aramda ilkokul beşte bile karnede 1 getiren insan evladı ilişkisi içerisinde olmaktan kelli ufak bi sorun var, bilimsel tabirlerin sayısal kısımlarının maruz görülmesini talep eden bu dilekçemi huzurlarınızda arz eder, sosyal bilimlerdeki lüzumsuz bilgilerim ile sayısal yanın üzerine bir perde çekilmesini talep ederim. öperim.)

gerçekten de kısa bir süre yazdıktan sonra ne anlatmaya başlamış olduğuma dair en ufak bir fikrim kalmamasını çok seviyorum. aynısını konuşurken ancak sarhoş olduğumda yakalayabiliyorum. sair zamanlarda (sair zaman vesaire kelimesi içerisinde kullanıldığı şeklinin annane ağzı ile "diğer zaman" yerine geçmesidir, annane ağzı haricinde içeceklerini tutam şeklinde tüketen eski dostumuz eril tarafından kullanılabilir gibi geliyor bana, nitekim kendisi kelimelerini ne kadar eskilerden seçerse o kadar iyi türkçe konuşuyor yanılgısına kapılan bülent hanım gibi bir türk düşünürümüzdür, filoloğumuzdur, o bizim her şeyimizdir.) neyse ne diyordum, ha evet sair zamanlarda konuşurken konuşmanın karşımdaki insanların kafasında bir şeyler canlandırmasını istediğimden gönlümce açamadığım bu parantezler, o parantezlerin içinde yer almasını istediğim bu kelimeler hep benim kafamın içerisinde kalıyor, parantez aç parantez kapat bir yandan da konuşmaya devam et ve karşındaki "hı?" dediği zaman tüm o cümleleri tekrar kurmak zorunda kal olduğu zamanlarda hakikaten kendime bir deve alasım ve olimpiyatlarda hendek atlatma dalında yarışasım geliyor (olimpiyatlara eklenmesi gereken bir dal daha buldum buarada, deveye hendek atlatma dalında da türk insanının çok büyük başarılar kazanabileceğine yürekten inanıyorum.)

mesela şimdi yeri geldi yahut gelmedi konuma burdan hemen olimpiyatlara eklenmesi gereken dallardan bahsedebilirim. türk insanı için olimpiyat başarısı getirecek çözüm çare aramaktan imanım gevredi, imanın gevrek olanı mı makbuldür bu konuda da yetkililerden bir açıklama gelmedi ama ben her şeyin gevrek olanını severim, misal insanların gevrek gevrek gülenleri vardır, çok hoşuma gider hep. evet olimpiyatlarda bize başarı getirecek dalları en sonunda bu sabah buldum ama buraya tekrar sıralamak gelmedi içimden. isteyen uğraşsın kendisi bulsun.

böyle saçmalarcasına bir hızla düşünüp (hala saçmaladığımdan şüphem olması ne kadar iyi niyetlerle dolu bir insan olduğuma işaret ediyor) bu düşündüklerimi tarihe gömülmeye bırakmak yerine yazıya döküyor olmak iyi bir şey mi emin olamadım bir an. beni delilikten koruduğunu düşündüğüm bu hareketimin aslen deliliğimin gözle görülür hale gelmesi anlamına dönüştüğünü de biliyorum.

dün akşam ejderhaların savaşı falan gibi (atıyor da olabilirim) bir film vardı, tv de ilk kez, ve dilerim son kez, bir takım ejder çocukları, doğuştan ejder dövmeliler, birbirlerini mi bulmaya çalışıyorlar, bir adam mı onları bulmaya çalışıyor anlamadım ama kaçanlar var kovalayanlar var öyle söyliyim, neyse bir de kovalayan takımda ejderha var bir tane, sıradan bir ademoğlu bu ejderhayı görüyor ve başkalarına da söyleyince deli diye hastaneye kapatıyorlar, adamı doktor görüyor, adam ejderhadan "büyük bir yılan vardı" diye bahsediyor. bu kadar şeyi şundan anlattım, tasvir ruhun gıdasıdır, öyle sığ bir tanımdı ki ejdere yılan demek, bu sebeple herife deli dediler, gömleğini sırttan bağlamak suretiyle adamı deliğe tıktılar. (deliğe tıkmak da aslında bir amerikan deyimi gibi değil mi? akşam beni kodese tıktılar dostum ha? evet buna benziyor, biz ona deliğe tıkmak demeyiz, hapse atmak mı deriz? ne deriz?)

evet uzun ve doyurucu tasvirler ile bu delilik konusundan kendimi uzaklaştırdım mı bilmem, bilmiyorum gerçekten. ama her ne hal ise, hava çok sıcak ve oturduğum sandalye de bacaklarıma yapışıyor bu sebeple konuyu burada kapatıyorum.

kendime iyi günler dilerim. şimdi olmazsa bile gelecekte olsun.

16 Ağustos 2008 Cumartesi

olimpiyattan anladığım


mutlaka zamanla ekleyecek bir şeyler çıkacak ama şimdilik aklıma gelenler:

1. çinliler çalışırsa gerçekten aynı anda zıplayabilir, deprem de olur, yeterki istesinler
2. maratoncu kadın denen şeyin koca memeli olanı da olabiliyormuş, iyi de koşuyordu aslında ama sonradan geride kaldı
3. bir etiyopyalıdan "milli sporcumuz yüzümüzü güldürdü" diye bahsetme riyakarlığı türklere mahsus değil ve ben bunu hayatım boyunca anlayamayacağım
4. kamera gördüğünde el sallama manyaklığı da türklere mahsus değil. (bunu söylediğimde harun genlerine bakmak gerektiğini, geçmişten gelen bir türklükleri olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu söyledi. bu da atalarımızın bütün dünyanın anasını sikmiş olduğuna duyduğumuz sarsılmaz güvenin ev içi yansıması, gözümü aldı yansırken, seyirdim olduğum yerde..)
5. kulplu beygir denen şey bi hayvan değilmiş. eve de almak isteyebileceğimiz hoş bir aletmiş. ben almak istedim ama harun gereksiz dedi. benim kulpsuz bir beygirim var zaten bahçede duran, onunla yetineceğim sanırım. ama bu "gereksiz" lafları sebebiyle bu ülkeden olimpiyatlara katılacak sporcu yetişmiyor belki de, bunu da düşünsün yetkililer..
6. gülle atan kadınlar çok korkutucu, hiç dalaşmak istemem.
7. trt spikerleri bile asabımı bozuyor konuşurken. birinden bahsederken "filozofisi" dedi bugün, ağzının şakülünü sikeyim dedim bende kendisine, "felsefesi" diyemedi. eurosport'a döndük, zaten trt'nin görüntü kalitesi 1940lı yılların muhteşemliği ile karşımdaydı (hd olan hali de varmış ama biz fakiriz..), eurosport'da "mental" problemleri olan bi sporcudan bahsediyordu. dil faşizanı falan değilim, çok sikimde de olmaz çoğunlukla, ama zaman zamanda sinirlenmeden edemiyorum sikiperlere (regl yaklaşmasıdır belki de..).
bağırdım ekrana "türkçe konuş ulan benle" diye. türkçe konuşsunlar benle.
8. engelli ve engelsiz koşu aynı at yarışı izlemek gibi oluyor. baştan gözüne birini kestirip onu tutup desteklemek de çok harika.
9. halter kaldırırlarken +75de yarışan şişman çinli kadın gördüm. çekik gözlü olmasa da bu kadar garip dururdu sanırım..obez çinli erkek gene gözüme okadar acayip gelmiyor artık ama kadın olunca bi tuhaf oluyomuş..
10. sporcu tokatlayarak bir yere varamamışız, bundan sonra sopayla dövün, olmadı telle boğarsınız..

deli bilal

bu kendisinin sıfatı değil rahatsızlığı idi.

"çolak cem", "çirkin ördek", "patlak gözde", "yalancı tolga" gibi bişeydi yani aslında ama bunlar hastalık değil sıfat idi. bilal ise bildiğin/m deliydi. kendisi defalarca trafik kazası geçirmesine rağmen bir türlü can vermemesi ile yenimahallede ün salmış olmasının yanı sıra, hiç bir şekilde öğlen uykusuna yatıp annesine 1-2 saat de olsa huzur vermek istemeyen ben için kabuslardan en korkutucu olanı idi..

"bilal'i çağırırım" diyerek beni yatağa kitleyen annemin bir kere bile bilal'i çağırmamış olmasından herhangi bir güven duyamıyor, ya çağırırda bilal gelirse diye titreyerek, uyumasam da yatakta kalıyordum.

bilal'den neden korktuğumdan da tam emin değilim aslında. bisiklet yahut benzeri bir takım motorlu-motorsuz taşıtlar ile sürekli olarak gülüp ilerleyen bi abimizdi bilal. ama sanıyorum annemin "bak bilal'i çağırırım" demesinden, onda korkulacak birşeyler olduğu kanısına varmıştım, korkulacak bişey olmasa neden çağırsındı?

arada sırada "bilal'e otobüs çarpmış", "bilal'i dolmuş ezmiş" gibi havadisler kulağımıza geliyordu ama bir süre sonra bilal kafası sargılar içerisinde bu kez de mesela bir yerlerden nasıl olduysa edindiği tornetle mahallemizden geçiyordu ve bu "ölümsüz deli" kimliği ile beni iyice korkulara gark ediyordu.

kaç yaşıma kadar bilal'den korkarak yaşadım bilmiyorum, en son bilal'e yine birşeylerin çaptığını ve bu defa kendisinin artık 9. ve son canını da teslim ettiğini ve herkes gibi benim de buna çok şaşırdığımı hatırlıyorum. ama bilal ve korku hatırasının bunca canlı olması beni cidden şaşırtıyor.

çocukları böyle kabuslarına girecek şekilde bir şeylerden(doktor, imam, öğretmen, baba, deli vs. ne olursa) korkutarak istediklerini yaptıran tüm anneleri kınıyorum, savunmasız dimağların amına koyduklarının farkında olmadan ya da olarak yaptıkları bu hareketlerin kalıcı hasara yol açtığını söylemek mümkün..
bende açtı en azından.

bunun dışında öğrendiğim bir şey oldu şu hayatta, delilerden değil akıllılardan korkmak gerektiği. lanet olasıca akıllı insanlardan gördüğüm zararı bir delinin verme ihtimali çok azdı nitekim. zavallı bilal, onca sene boş yere onu gördüğümde çığlık atıp ağlayarak eve kaçtım, neyse ki o bi bokun farkında olamayacak kadar deliydi..

bilal nereden aklıma geldi bilmiyorum, çok oldu o öleli biz yenimahalleden taşınalı ve ben büyüyeli. ama bak hala unutmamışım işte.

demem o ki;korkutmayın ulan çocukları.

15 Ağustos 2008 Cuma

napıyosun?

bir süredir sadece:

http://travisandtylerdurden.blogspot.com okuyup gülüyorum
yahut
www.bobiler.org bakıp gülüyorum.

iş ve oluşum bundan ibaret.








13 Ağustos 2008 Çarşamba

onunla yattın mı

yeni erkek arkadaşın eski erkek arkadaş(lar) için yönelttiği soru idi bu.

ben küçükken öyleydi en azından, hala tedavülde mi bilmiyorum. ama ozaman da bir anlam veremezdim, şimdi de veremiyorum.

yani öyle bir soru ki, soruyu soran da cevabı duymak istediğinden emin değildir zaten. içini kemiren bu merakın yerine, içini çok daha kötü kemiren bir cevap almaktan endişelidir. "yatmadım" desen "yalan söylüyorsun", yattım desen "nasıldı" yahut "benden iyi miydi" gibi lüzumsuz sorular, bir takım kompleksler ve sıkıntılar gelir. "sana ne" desen "ne demek sana ne" diye kavga çıkar..

içimden geçen cevap şudur; "kiminle yatmadım ki?", ama böyle komik olmaya çalışırken insanın aklına "acaba mı lan" düşürecek cevaplar, böyle sorular yönelten sevgiliye verilemez tabii (eğer insan daha fazla sıkıntı istemiyorsa)..

hem "onunla yattın mı" hem de "iyi miydi" sorusu içinde yıllardır içimde kalmış cevap "neden soruyorsun sen de mi yatıcaksın" idi.. diyemedim kimselere, deseydim keşke..

demem o ki, insanın hem kendini hem karşısındakini sıkıntıya sokabilen bu tip cevaplar yasaklansın. soranların hakkında yasal işlem başlatılsın. bana bu saatten sonra soran olursa sandalyenin bacağına oturtarak cezalandırırım zaten de, maksat genç nesiller korunsun..

daha önce görmemişler için orospu çocuğu portresi


Antalya Kemer’de ormanlık arazide yangın çıkarmaya çalışan 2 kişiden birini Karayolları ekibi, elinde tutuşturup ağaçların altına atmaya hazırlandığı gazete kâğıdıyla yakaladı.
Kendisini yakalayanlara sopa ile saldıran 58 yaşındaki Mehmet Şahin’in....

Telle boğup, sopayı da götüne sokmuş olmalarını yürekten diliyorum..

ps: yıllardır merak ederdim nasıl bir insan orman yakar diye, böyle bir insanmış demekki, bu orospu çocuğu portesini "orman yakıldı" dediklerinde gözümde bir şey canlansın diye saklıyorum!

12 Ağustos 2008 Salı

sabah felsefecileri

kendi zarımı oynamak için, hayatın kendininkini oynamasını bekliyorum.

doğru söyledim, hakikaten öyle yapıyorum, bundandır hiçbir şey yapmıyor gibi görünmem.

lakin bu söylem sabah sabah mühendis kafalı dinleyici için fazla geldi, sabah şekerlerine atıfta bulunarak "sabah felsefecileri" programı önerildi bana, cevaben çirkinleşip "sabah zevzeklerini" yahut "sabah gerzeklerini" önermek zorunda kaldım bende ona.

bundan sonra bu evde sabahları felsefe yapılmasını yasaklıyorum, maksimum sosyolojik gözlem yapılabilir efendim. yormayalım beynimizi, kıvrım fazla olursa düşüncenin yolu uzuyor, çok yakıyor, suyla mı gidiyor. evet.

bu şarkıda serdar ortaç'tan cümlemiz için gelsin;

hayaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaat beni neden yoruyosuuuuuuuuuuuaaaaaaaaaaaaan?

kanun hükmünde kararname

14 yaşımdan beri aralıksız sürdürmekte olduğum (yani 13 sene ediyor) alkol ve tütün türevleri tüketimine yeniden belirtilene dek ara vermiş bulunmaktayım. bugün ile 13 gün oldu. kendimi tebrik etmenin yanı sıra, bir haftadır her gün 5-6km de yürümekteyim.

Sayın G.,
daha evvel "neden göz kenarları için göz kremi kullanılıyor ve bana haber verilmiyor" şeklindeki carlamanıza istinaden şunu söylemeliyim ki, 30 yaşına geldiğimizde (pek bişi kalmadı ama yine de bi kaç sene var), "senin selülitlerin nereye gitti a.q." şeklinde gerçekleşmesi muhtemel terbiyesizliklerinizin şimdiden önüne geçmek adına duyurumdur.

öptüm gıdıdan ;)

11 Ağustos 2008 Pazartesi

sekiz nisan ikibindört

her şey taşıdığı anlamı yitirmeye okadar meraklı ki..başka anlamlara bürünmeye, benim bilmediğim geçişlere, tanınmamak üzere maske değiştirmeye. buna değişim diyemiyorum ben, anlam yitirmek bunun adı. belki bir başka gözle yeni anlamlar kazanmak da olabilir, ben yeni kazandığı anlamları beğenmediğimden böyle adlandırıyor olabilirim..Adlandırmak.. her şey ona verdiğimiz adın anlamını taşıyor mu? seviyorum dediğini sevmek, unuttum dediğini unutmak anlamına geliyor mu bu?

an aug day



10 Ağustos 2008 Pazar

f words

canım,

bugün sen gideli çok oldu.

8 Ağustos 2008 Cuma

16 year old English bastards

phase two / same night
after hugging the toilet paper,
there we were,
16 year old English bastards..
like the rabbits again,
yes the "energizer" should pay us,
or at least give some alcohol..

fuck the nights that have an end,
fuck the vacations that can be remembered nice but stand in the past,
fuck the future that is not happening right now, fuck hopes, the rapidity of the world that passes me by..

i am standing still.

i am still standing.

waiting for the miracle?
no, i am not that one.

i am waiting for nothing.
and nothing happens.

call me sometime hon, its been long time..

(about:blank)


miss the feeling..

6 Ağustos 2008 Çarşamba

: ))




miss take:
amaevlisin on @#seviyorum_allah_çarpsın @#İŞSİZİM @# #sex #sevenyearbitch


deathless: ben bekarım
deathless: amaevlisin
amaevlisin: napalım
deathless: benimle evlen
deathless: onun peşini bırak
amaevlisin: yuva yıkmadan evlenemem
amaevlisin: üzgünüm byes

really????

IF YOU SAY SO..

"He who conceals his sins does not prosper,
but whoever confesses and renounces them finds mercy."


(then gimme some..)

5 Ağustos 2008 Salı

aspirin c++



All Star:
kendime buzlu aspirin c yapdım kanka
All Star:
how pathetic is that

4 Ağustos 2008 Pazartesi

helal olsun..

çirkin olmak


insanı hayat boyu eğiten bir durumdur. yıllar geçse de çirkinlik adama öğretmeye devam eder. tabi çirkin deyince bunun çeşitleri var. mesela ben bulmacalarda çıkan kikirikim. bir de karga burunluyum.

çevremdekiler bazen bana zayıflığımla ilgili hatırlatmalarda bulunur. kimse çirkinsin demez de "abi niye böyle zayıfsın ya, yesene biraz" der. sanki kilo alsam çirkinliğim kaybolacakmış gibi. bunu yeni farkettim mesela. insanlar zayıf olduğumu söylerken aslında çirkin olduğumu söylemek istiyorlar.

bir keresinde bir internet sitesinde kendisini -nasıl olduysa- etkilediğim bir kadın benimle buluşmak istemişti. uzun bir süre sonra nihayet buluşmuştuk. asılan kendisiydi, ama beni gördükten sonra bir bahane uydurup sıvışmıştı. hoş, kendisi 1,60 boyunda yaklaşık 80 kilo, kızıl saçlı siyah tişörtlü satanist kılıklı gotik bi kadındı. o gün bihakkın idrak ettim ki, bilgelikle kadınları etkilemek mümkün, ama yeterli değil.

bir keresinde de güzel sayılmayacak bir kadınla takılıyorum. oldukça kültürlü bir kadındı. arada bir ağzıma kültür kültür sıçıyordu. ben ise elimle suratımı temizlemekten kadını dinleyemiyorum bile. tam bi mind-fucker. neyimi seviyor anlamış da değilim. sorduğumda beni yalansız bulduğunu, temiz bir kalbe sahip olduğumu filan söylemişti. mevzu güzelliğe gelince, ben zaten senin gibi çirkin erkekleri seviyorum demişti. bunu söylerken samimiydi. orada anladım ki, ben hakikaten çirkinim. ama sevilmeme engel değil çirkinlik.

bir keresinde de çok güzel ama gerizekalı bir kıza aşık olmuştum. yani tam benim negatifim. ama aşığım işte. geceler boyu kıvrandım. ve nihayet bu aşkı içime gömmeye karar verdim. tek kelime söylemedim kıza. bu arada kız güzel ve gerizekalı olduğu kadar da kaşar bi kız. çevremde yattığı bikaç kişiyi ben biliyorum. nasıl olduysa bulunduğumuz ortamda en iyi arkadaşı oluverdim kızın. artık her derdini bana anlatıyor. hiç olmadık saatlerde telefon edip iki saat kafa sikiyor, vs. bana anlattığı şey de kavga ettiği erkek arkadaşı. yatak ayrıntılarına kadar anlattı bana aralarında geçenleri. tabii kız farkında olmadan bana işkence ettiğini bilmiyordu. orada da anladım ki, ben çirkinliğim sayesinde bu kızın kankası olmuşum, bunun için hiç çaba sarfetmediğim halde. kendimi daha da aşağılanmış hissettim. yani daha baştan zararsızım böylelerine karşı.

ama çirkinliğin öğrettiği başka birşey daha var ki, bu hepsinden önemlidir: çirkinlik bir mihenk taşıdır. çirkinin de çirkin buldukları vardır ve herkesi beğenmez. bu da çirkine samimiyetini sorgulatır. işte bu hepsinden çok eğitir insanı.

(slavophilia, 01.08.2008 02:53 ~ 02:55)
(www.eksisozluk.com)

do that for me too..

Blogger Stuck on Rewind dedi ki...

shadowboxer:
bende 6 gün sonunda ilk kez az evvel harunun yüzünden yıkandım
shadowboxer:
kolumdan tutup banyoya soktu
shadowboxer:
hatta kendisi yıkadı ben yıkanmayı reddettiğim için
shadowboxer:
rise up dan şu geldiğimiz psikolojiye bak
All Star:
abi evet ya
shadowboxer:
depresyonun dibini süpürüyorum

04 Ağustos 2008 Pazartesi 00:43

yol bitti çoktan galiba..

gömün beni.
(bu da bana ders olsun.)