10 Eylül 2007 Pazartesi

2 ('98)

Bu nasıl bir boşluk anlatamam sana.. şu yüzüme vuran güneş, üşüyen ayaklarım ve çalan müzik hep benim dışımda benden birer parçalar.
Bense buradayım. Ne ilk ne de son kez yalnızım. Sen de son giden değilsin biliyorum.
Yürüyüşüm, bu kahverengi yapraklar arasında, kalın kalın kazaklar giyişim hep kaybettiğim bir inciyi bulmak için çırpınışlarım sana anlamsız geliyor artık.
Hem ben şimdi kendimi bok gibi terk edilmiş hissediyorsam, sırf hayatla bağlarımı kopartmamak için oraya buraya fotoğraf yapıştırıyorsam, yazamıyorsam yani düpedüz yaşamıyorsam, hepsi benim suçum değil mi?
Kadere inanmam oysa ben.. kader olsa olsa bir hamurdur insanın eline şekillendirsin diye verilen..
Yani dediğim o ki; ben şimdi burada an be an ölürken aslında suçlu benim.
Sen hiç bir şey yapmadın.
Sana gittin de diyemem, çünkü biliyorum aslında hiç gelmemiştin.
Oysa ben sahiplenen, kendine saçmasapan sorumluluklar yüklemeyi zevk edinmiş ben, son “bakanlık” görevim olarak seni görmüştüm. Mutfağa girip yemek yapmaya uğraşırken hep iki kişilik yapmamın, küçücük masama hem 2 çatal, 2 bardak koymamın sebebi aç olduğunu düşünmem ve kendimi senden sorumlu hissetmemdi. Ama ben kendinden sorunlu bakanım. Hatta bakamayanım ben..
İki sayısını hiç sevmiyorum. İki deyince hep sen ve ben. Oysa üçe geçtiğimde değişiyor, ben, en yakın arkadaşım ve onun sevgilisi oluyor üç. İki tadevülden kalksın. Kendi kendi ile çarpılıp toplanınca 4 eden başka bir sayı bulunsun derhal.Ya da daha iyisi, unut gitsin..

Hiç yorum yok: