7 Ocak 2010 Perşembe

Belleğin Kış Uykusu - Altını çizdiklerim

- Bellek silinemez ve asla yok edilemez! Sadece unutkanlığın zarı, anıların ışıldamasını engeller. Sonra bir darbe gelir ve o zarı parçalar. Hatırlamak budur..



- Yaşlı yüz her açıdan aynıdır. Yüzdeki belirsizlikse, değişmenin, yani gençliğin işaretidir.



- Gülmek, bütün insanlık ideallerinin varmak istediği son noktadır.



- Mutluluk dediğimiz, bir aldanıştır; yine de sürekli olmasını dileriz bu aldanışın.



- Kim size mutlu olduğunu söylüyorsa ona kuşkuyla bakın. Çünkü bilinç, mutluluğu ancak sona erdiğinde algılar..



- Güzel değil, güzelce kadınlardır çekici olanlar. Gerçek güzellik, kendini ortaya koymaz, keşfedilmeyi bekler. Tıpkı bir hazine gibi.



- Evlilik yolculuğa benzer, başıyla sonu güzeldir.



- Evlilik, son tahlilde yasalarla güvence altına alınmış sıkıcılıktır.



- Yaşlılık, ‘bir tür zihin hastalığı’ ya da ‘sürekli hastalıktan söz etmekmiş..’. Bana sorarsanız, tutkulardan dolu dolu zevk almamızı engelleyen bir sınır, bir eşiktir derim.




- Edebiyat bize yaşamadığımız, yaşayamadığımız ya da yaşayıp da farkına varamadığımız hayatlar hediye eder.



- Korku, insanı koruyan en sağlam zırhtır.



- Cinsellikte oburluk, güzellik açlığıdır. En azından bu açlığın açıkça ortaya konuşu..öyleyse kim bir insanı güzelliğin peşine düştüğü için kınayabilir?



- Mezarlar ölümün belleksizliğine karşı koymak için diktiğimiz işaretlerdir!



- Hayat dediğimiz nedir? Ölümümüzü beklemek, beklemeyi öğrenmek ya da.



- Bildiğim hayat dediğimiz şeyin mutsuz insanların çözmeye çalıştığı bir bilmece olduğu.



- Yaşamakta olan kişiyi mutlu saymamak, sonunu beklemek gerek.


- Ne öğrendim biliyor musunuz? Bir insan vicdanının izin verdiği ölçüde özgürdür. Daha fazlası mümkün değil.


- Oysa aşk en çok nedir diye sorsanız, sevdiğine sahip olma isteği derim.

Kış Uykusundaki belleklere..


Esasen Ocak 2007’de almışım ama, okumaya başlamam Kasım 2008 olmuş..

Bazen böyle oluyor, alıyorum ve zamanı gelsin diye bekliyorum bir kitap için. Aslında okuduğumda seveceğimi bildiğim, muhtemelen içeriği hakkında malumatım olan kitaplar oluyor aldıklarım, genelde adına bakarak kitap seçmiyorum (bunu da yaptığım oluyor elbette ama) yine de aldıktan sonra hemen başlayasım gelmiyor işte, 2 sene raftan bana bakanlar olabiliyor bu sebeple..

Geçen kış, belleği kış uykusuna yatırmak için doğru zaman değilmiş demekki, bu kış başında “okunmayı bekleyenler” rafına bakarken sonunda elim uzandı.. Nedense en başından beri okurken içimi bunaltacak hissine sahiptim bu kitap için. Yani şöyle ki, pek de neşeli, akıcı, sürükleyici değil de, yazarken sorgulayarak yazılmış, okurken de sorgulamak zorunda bırakacak diye düşünmüştüm. Yanlış düşünmemişim.
Mehmet Eroğlu’nun romanı “Belleğin Kış Uykusu”, 2006’da basılmış, bende 2. basımını almışım, agorakitaplığı’ndan çıkmış. Diğer kitapları da aynı yayınevinden basılmış, sanıyorum onları da temin edeceğim. Özellikle Kusma Klübü isimli romanı direk ilgimi çekti.. Bundan evvel 9 romanı daha bulunuyormuş, ilk iki yazdığı roman ise 1984 senesine kadar sansür sebebiyle yayınlanamamış.

Çok güzel bir kapak tasarımı yapılmış bence Belleğin Kış Uykusu’na. Üzeri karlar ile örtülü bir tren yolu. Aslında kitap da bunun üzerine kurulu diyebilirim. Üzeri karlarla örtülü yollarda giden bir trenin içerisinde Bay M.’nin (adını hatırlayamıyor ama kendine ait olan bir zarf üzerine M harfi okunabildiğinden M olarak anılıyor ana kahraman) “üzeri karlarla örtülü geçmişini bulma çabası” demek doğru olur mu yazar yazmaz tereddüt ettim. Çünkü sanki bu kadarla özetlemek büyük haksızlık olacak gibi..Şöyle diyelim ozaman, geçmişsiz kaldığı için hatıralarını aradığını zannederken aslında hayatı boyunca edinmiş olduğu tüm değerleri sorgulaması. Bu daha şık, daha tatmin edici bir tanım oldu sanki.. Kişiler, olaylar ve genel geçer tanımlar üzerinden (mutluluk, acı, hayat, aşk gibi), birden fazla karakterin ağzından (sadece mutluluğa odaklı bay G., sadece dalga geçmek üzerine kurulu bir yapısı var gibi duran Palyaço ve bay M. Ve Bay M.’nin geçmişinde bir şekilde yer etmiş, iz bırakmış kimseler) bir arayış sürüyor roman boyunca.

Aslında çok sıkıcı olabilecekken, olmaması başarılmış demek mümkün bence. Aynı konu bir başka yazarın elinde ölümcül bir hal alabilirdi sanıyorum : )

Kitabın arkasında da şöyle diyor zaten: “insanın, belleğin, vicdanın ve hiç şüphesiz saf sevginin kaynağını araştıran sıradışı bir roman”. Ne diyeyim, katılmamak elde değil..

Ayrıca yıllardır pek çok kimseye tekrar etmiş olduğum bir sözün benden evvel daha edebi bir dille söylenmiş olduğunu da kitabın girişinde öğrendim. Şöyle ki;

“Bir neden aramak sevgiyi yok eder..Sevilen bir şeye anlam uydurmak, yalan söylemektir.”

(Pascal Quingard)

yalan olan

Sanki bir tane blogun altından kalkabiliyormuşum gibi kendime ikinci bir blog açmıştım çok da fiyakalı bir isimle "kitap koleksiyoncusu".. hızla anlaşıldı ki mümkün olamıyor ikinci bir blog.. zaten kitap da okuyamıyorum pek fazla artık, yazı da pek yazamıyorum, bir de iki blog tamamen saçmalık oldu bu durumda tabii..

bu sebeple o blogda yazmaya çalışmış olduğum kitap mevzularını da bu yana aktararak tek bir blogdan yaşantıma devam etmemin daha mantıklı olacağını düşündüm. bir takım kitap yazılarının bu blogda görünecek olmasının sebebi tamamen budur..

yine de eğer becerebilirsem, kitap okuyabildiğim zamanlar haklarında yazmaya devam edeceğim buraya.. kimse için değil yine, elbette kendim için sadece :)

.mp3

Candan Erçetin  - Kırık Kalpler Durağı'nı dinliyorum..

Yeni başladım dinlemeye, henüz şarkılar arasından kısık sesle dinlerken ve ilk dinlemede dahi dikkatimi "Git" çekti (albümün 2. şarkısı).. 

1. şarkı olan "Kırık Kalpler Durağı" ise radyoların bize ezberleteceği şarkı.. 
Bir tane de nostaljik kıyak yapmış Candan bize, "unutma beni.. unutama beni.."..


Dediğim gibi daha yeni dinlemeye başladım ve bir süre dinlemeye devam edeceğim sanırım çünkü albümün hepsini sevdim şimdiden. 

6 Ocak 2010 Çarşamba

.mov

dL: Beyond Borders
Life or Something like it - OK
Playing by Heart - OK
Morning Light
RocknRolla

Transporter 1

Transporter 2

Cmpltd: Bangkok Dangerous
Lemon Tree
Teeth
The Bank Job
Secretary

Watch:












Elizabeth Golden Age - (07.01.10) Filme çok bayılmadım, hatta sinemada izlemiş olsam pişman olurdum gittiğime ama mekanlar ve kostümler şahaneydi..Bu kadar para harcanarak, bu kadar güzel bir konu ve oyuncular ile şahane bir film olabilecekken olamamış sanki..Yine de evde izlenebilir buldum ben kendisini.


Powder Blue
Death Proof
Taking Lives
A mighty Heart

Sinema: Soul Kitchen
Ice Age 3
The Twilight Saga: New Moon
Coco avant Chanel
Vavien
Cheri

4 Ocak 2010 Pazartesi

görüşmek üzere..


Bu yolun dönüşü hep aynı..

Bir sürü farklı yolla denedim; araba, otobüs, uçak.. ben hep çok yorgun, üzgün, hatta belki de bitik demek en doğrusu..

Ve dönüş yolu hepsinde aynı derecede çekilmez, üzücü..

Her defasında kafamda geri gelebileceğim günün hayali, üzerimde geçirdiğim günlerin kokusu, gözümde deniz..

Beni neyin beklediğini düşünmemeye çalışarak, ardımda neyi bıraktığımı unutmaya çalışarak gidilen bir 650km..

yolum uzun!..

görüşmek üzere..

01 Ocak 2010 - sabah gözümü kapamadan önce..


19:40

İnsanoğlu kuş misali..

Lakin beni hala geren bir hal bu "kanatlanma".. Beni bir saat sonra olmak istediğim yere vardırıyor olmasa çekilir çile değil aslında.

Çok uzun zaman sonra içimden ilk kez durmadan yazmak geliyor ama şaka gibi uçakta bir tek benim önümdeki masamsı-tepsimsi plastik açılmıyor. Hemde otuziki yerinden bantlamışlar açmaya teşebbüs etmeyelim diye..

Her neyse, uçakta mp3 çalar dinlemek serbest olmalı. Madem her şey bu kadar teknolojik, uçuyoruz ulan işte bunu bulmuşsunuz yani, uçarken mp3 dinlemenin bir yolunu bulamamanız çok acayip değil mi?

Ayrıca telefonda "uçak modu" diye bir mod var, neden var?

Anlamıyoruz, ama uyguluyoruz.

Birazdan uçağımız kalkışa hazır, please fasten your seatbelts canım..

Hadi bakalım, fazla soru sormayalım, yeter ki vaktinde uöup vaktinde varalım..

NOT: Bir de şu pilotların hiç bir şey anlaşılmayan muhteşem ingilizce anonslarının hastasıyım..Ağızlarının içerisinde geveleyerek konuştuklarında başka bir dili konuştuğunu zanneden çocuklar gibi çoğu, yalandan bir aksan ama hangi yöre çözemiyorum :) dear passengers, evet.

18:57



31 Aralık 2009 - 18:57

Yanına kitap almadan yola çıkmak yeni çıktı. Hep yapmıyorum aslında, "oraya" gideceğim zaman almıyorum çünkü oldukça fazla denemeden sonra anladım ki 1 saatlik gidiş-dönüş yolu haricinde hiç kitap okumuyorum, okuyamıyorum.

Oraya gittiğimde kitabı çantamdan çıkarıp baş ucuma koyuyorum ve sonra dönerken oradan alıp tekrar valize.. Ve sinirim bozuluyor. Çoğunlukla dönüş yolunda bile elime almıyorum o pek bayıldığım kitabımı çünkü yorgunluktan bitmiş oluyorum..

Bu sefer de düşündüm, bir kitap alsam mı acaba diye, sonra dedim ki e-book var nasolsa bir de onu denerim. Denedim ve anladım ki bu teknoloji bana uygun değil. Aslında her türlü kolaylığı sağlamaya çalışmış olmalarına rağmen (yazılar istediğin hızda kendi kayıyor, harflerin büyüklüğünü ayarlıyorsun vs. gibi) beynimin kitap okurken alınan zevk haznesine en ufak bir dokunuşu yok. Kitap okumak falan gibi değil, daha ziyade "internetten bilgi araştırmak ve o bilgileri alıp sonra kapatmak" gibi bir his. Zevk üzerine değil yani.. Belki de şimdiye dek bilgisayardan yapılan okumaların büyük kısmını bu şekilde yapmış olmak ya da blog gibi daha kısa ve takip gerektirmeyen okumaları yapmak sebebiyle böyle hissediyorum bilmiyorum. Ama neticede bazı alışkanlıklar olduğu gibi güzel, teknolojinin ilerlemesi ile beraber bir ilerleme göstermesi gerekmiyor..e-book bana uymuyor. Bana gerçek kitaplar lazım, elimde tuttuğum, çevirdiğim, sıcaklığını hissedebildiğim, bir yakınlık kurabildiğim..

Neymiş efendim? Cep boy kitap alınırmış, üşenilmez çantada taşınırmış..Hemen de yeni "yeniden" taşınmaya başlanmış cep tipi defterin yanında :).

18:15


31 Aralık 2009 - 18:15


Yeniden yazmaya başlamak için ihtiyacım olan şey yeniden bakmaya, hayata karışmaya, akmaya başlamak..

sanki bilmiyor muydum?
biliyordum, ama o olmadan da yaşıyordum, ya da yaşıyorum sanıyordum oysa bütün yaptığım yaşamayı bekletmekti..

şimdi bir telefonla bile mutlu olabildiğimi görüyorum.
yazıyorum, dinliyorum ve fotoğraf çekiyorum :)

Not: Eğer uçağı kaçırırsak Havaş'ın şöföründen bizim bilet paralarını kesiyor olabileceklerini keşfettim, aksi halde bizi uçağa yetiştirmek için canı pahasına trafikle savaş vermezdi sanıyorum!

17:20

31 Aralık 2009 - 17:20

Meğer beklediğim heyecanın gelmesi için çıkmam gerekliymiş.
İşten çıkmam, yola çıkmam, o ruh halinden çıkmam, yani "içinden" çıkmam..
Ve daha çıkar çıkmaz Deniz abla'ya "Güneş mi o?" dedirten dolunay karşıladı koskocaman, turuncu ve gülen yüzüyle beni.
Onu görünce yansımasının denize düşeceği, onu görebileceğim anın hayali kaplayıverdi içimi.
Neşesi ve kafası hemen geliverdi :)

Şimdi Havaş. 17:30 hareket saati, 10TL karşılığında beni uçağıma, uçağım 50TL karşılığında Bodrum'a ve Bodrum 250 km sonra "personal paradise"ıma götürecek beni.

Mutluluk pahalı değil ama paha biçilemeyen bir his.

"İçim pır pır pır" diyorum,
"Nasıl nasıl?" diyip gülüyorlar bana.
Aynen öyle işte,
Pır pır pır