29 Mayıs 2009 Cuma

:)

I remember when, I remember
I remember when I lost my mind
There was something so pleasant about that place
Even your emotions have an echo in so much space

And when you're out there without care
Yeah, I was out of touch
But it wasn't because I didn't know enough
I just knew too much

Does that make me crazy?
Does that make me crazy?
Does that make me crazy?
Possibly

And I hope that you are
Having the time of your life
But think twice
That's my only advice

Come on now, who do you
Who do you, who do you, who do you think you are?
Ha ha ha, bless your soul
You really think you're in control?

Well, I think you're crazy
I think you're crazy
I think you're crazy
Just like me

My heroes had the heart
To lose their lives out on a limb
And all I remember
Is thinking, I want to be like them

Ever since I was little
Ever since I was little
It looked like fun
And it's no coincidence I've come
And I can die when I'm done

But maybe I'm crazy
Maybe you're crazy
Maybe we're crazy
Probably

see you leytaaaaaaaaaa :)))

25 Mayıs 2009 Pazartesi

vicky cristina.barcelona.barcelona

peki hangisi daha iyi;

hayatın boyunca ne istediğini arayıp ne istemediğini bulmak mı?

bulduğuna razı olup onunla mutlu olmaya çalışmak mı?

still loving you


adam olacak çocuk bokundan belli olurmuş.. gerçekliğine inanmamak mümkün değil bu harika veciz sözün..

s. bana bi cover dinletiyor, hepimizin bildiği scorpions - still loving you'nun jazz cover'ı. ilk önce anlamıyorum hangi şarkı olduğunu, "ulan" diyorum "çok tanıdık ama neydi yahu bu?" ve içimde unuttuğum bi takım tozları ayağa kaldırdığını fark ediyorum, yüzümde bir gülümseme ile kelebek olmuş sarı pikenin üzerindeki sabit yerimi almışken tavana bakıp sırıtıyorum. sonra bu şarkı olduğu ortaya çıkınca daha da bir gülümsetiyor durum beni, çünkü sene 1992 ve ben yine Marmaris'teyim.. Marmaris sevdamın ne kadar geriye uzandığını gördüğümde hem şaşırıyorum hem de bir yeri bu kadar uzun sevebilmiş olmama seviniyorum, nitekim başka da yok :)

evden çıkmam yasak olduğundan (kim bilir gene ne bok yediğimden) evin damından diğer evlerin damına atlamak suretiyle bizim sıranın en sonundaki eve ulaşıyorum ve ordan aşağı inip kapıdan kaçıyorum.. beni yukarda odamda zanneden ev halkı sakin ve mutlu. benimse o yaşta bile kaynaksız cesaretimin büyüklüğü şaşırtıcı. birilerinin gelip odama bakabileceği aklıma mı gelmiyor yoksa sikimde mi değil, belli değil.. yakalanırsam ne olacağı konusunda hiç bir fikrim yok, bu defa da tuvalete kitlerler herhalde ama umurumda değil. Marmaris'teyim ve o an olmak istediğim kadar özgürüm.. derdim bundan ibaret:)

en başta dediğim gibi, bokundan belli olma hali..

evin damından görünen marmaris manzarası bugün bile aklımda. yüzüme vuran rüzgarın taşıdığı adrenalin katkılı mutluluk hissi de.. bir şarkı ile döndüğüm 11 yaşın sevdası ve kokusu da..

speyşıl tenks to s.

find me (again)

24 Mayıs 2009 Pazar

geçti bor'un pazarı


şimdi bir pazar akşamı, evimin dağınık salonunda kucağıma s.nin deyişiyle lektokumu almış oturuyorum. dolaptan miller aldım, buz gibi çok şükür, sigara yaktım, ev kokmasın diye mum yaktım, önce elle dergisinden parlak fotoğraflara baktım, metro fm'in çaldığı saçma konser hitleri eşliğinde bi yandan da tv'ye göz gezdiriyorum arada sesi kapalı olarak. karşıma çıkanlar "gerçek kriz gündemi", "kürt sorunu nasıl çözülür" gibi.. burdan şunu anladım, bir kısım insanlar düzenli olarak pazar akşamları toplanıp "kürt sorununu nasıl çözsek" diye konuşuyor, bir diğer kısım bunu dinliyor olmalı ki bu programlar devam ediyor ve öte yandan kürtler bu akşam ne yapıyor acaba? keşke miller içip elle dergisine baksalar ozaman kürt sorunu kalmaz desem beni "sığ" diye taşlarlar biliyorum o yüzden işim olmaz tartışma programı ile filan.. bir de bu tartışma programlarının en boktan yanı benim tartışacaklarımı tartışamıyor ancak o amcaların fikirlerini/dayatmalarını dinlemek zorunda kalıyor olmamdır, bu sebeple altta çıkan "kürt sorununu çözmesek de yanında mı yatsak" vari yazılar ile o çok ciddi adamların görüntüsü yeterli. eskiden trt kapalı olduğunda çıkan bi "necefli maşrapa" vardı, o çıksa ona da bakarım aynı kayıtsızlık ile, sorun değil..

öte yandan, ne zamandır bakamadığım bb'nin bloguna bakıyorum ve "dost kazığı" başlıklı yazısı çıkyor karşıma. tesadüf olsa gerek. ya da dost kazığının evrenselliği :) belki de kimsenin kimseye kazık attığı filan yok. beklentiler ve sonuçları üzerine bizim yorumumuz bunun "kazık" olduğundan yana. diğer insanlara anlattığımızda onlardan aldığımız "evet kazık bu" yorumları da çok manasız ve dışarlak. ilişki dinamiği çok "iki kişilik" ve her üçüncü kişi kendi kısıtlı bilgisi ve olaya bağlı yorumu ile yanlış kalıyor. kazık atıldığını hisseden tarafın can yanmasına verdiği isim bu aslında, dost dediğimiz ve kazık atan kişi ise sadece "kendisi" oluyor, görmek istemediğimiz/görmeyi reddettiğimiz biçimde, belki de başkalarına bu şekilde davrandığına defalarca rastladığımız, sadece başımıza gelmeyeceğine tuhaf bi inanç geliştirdiğimiz bir halde, ama aslında olduğu gibi, kendisi gibi davranıyor. yani bizim sevdiğimizi iddia ettiğimiz ya da kendisi için seviyor olmamız gerektiği gibi.

yani demek istediğim şu, bir insanı kendisi olduğu için suçlamak kadar yorucu ve saçma bir şey yok. beğenmeyenin deveyi gütmeye çabalamak yerine kendi eşşeğini sürmesinden yanayım..
nitekim ben niğde'yi de geçtim, uzun ince bir yoldayım :)

bunun dışında kriz gündemi ile bu elle dergisi birbirine çok zıt dünyalardan sesleniyor. yani diyorum ki dergi krizi teğet geçen insanlar için hazırlanmış olsa gerek ki hangi ayakkabıyı beğensem minimum 500$ fiyat biçilmiş.. demek birileri alıyor. ya da dergi alıp ağız suyu akıtmak üzeri bir sistem ile kurulmuş. kadınlar bundan zevk alıyor olabilir mi? satın alamayacakları pahada güzelliklere bakıp bir gün kendilerinin olabileceği hayali ile yaşamak? bu mudur? şunu biliyorum, bir gün yanlışlıkla bunların arasından canımı yakacak denli beğendiğim bir şey çıkarsa bir ay aç gezme pahasına gider onu alırım. belki de esas hedef kitle benim "sazan avı" :) bu dergi benim gibiler için tehlikeli.

bugünün filmi "meet dave" oldu. dünyanın en saçma filmlerinde derece alabilecek olan bu eddie murphy filmi beni kahkahalarla güldürdü. bir yandan ütü yapıyor olduğumu da hesaba katarsak benden "şahane filmmiş" filan gibi bir yorum çıkması mümkün çünkü eziyeti yarıya indirdi, en azından buhar suratıma suratıma çarparken aklımı gömleğin kırışığından uzaylıların ibne danslarına çekebildi :)

akşam ise yine bb'nin blogunda karşıma çıkan barcelona'yı izlemeyi düşünüyorum ve sanırım çok memnun da kalacağım..

ayrıca, gossip girl'in 2. sezon 15. bölümünü de izledim bugün ve yarın gidip gerisini indireceğim. dalavere konusunda henüz 17 yaşında olan bu insan evlatlarının yalan rüzgarını kilise korosu gibi bırakabilecek gücüne hayranım. kimin eli kimin cebinde kalmış gerçekten hiç belli değil. benim bundan zevk alıyor oluşuma haince ve beni bilirce gülümseyen dostlarıma ise selam ederim :)

metro fm kafama christina aguilera vuruyor. I love to love you beybeee'miş..
bravo.
sezen abla da "aşka aşığım ben" diyordu, o buna nazaran ne kadar ulvi geliyordu di mi :)

yarının pazartesi olmasının dayanılmaz ağırlığının peşi sıra beni yine 4 gün sonra bekleyen marmaris semalarının dayanılmaz hafifliği (şimdiden) sarıyor. paşa'yı gezdirirken ıslık çalıyorum bu bilinçle, yine mutluyum.. şükraaaaaan!





22 Mayıs 2009 Cuma

frida: bonus track

frida frida..

günlerden olmuş cuma, üstelik mayıs ayı da bitmek üzere ama yağmur çamur bir türlü bitmiyor. öyle gök gürledi ki iki gündür "gürlemek" ancak bu kadar güzel pratik edilebilirdi.
camlar kapılar yerinden oynadı, alarmlar çaldı..

dün gece sevgili dostum b. dedikodu güncellemesini müteakip bana muhteşem bir film izletti. birlikte yakalanmış olduğumuz kötü film çakrasından kurtulduk, yerini süperinden filmler aldı.

yani hepsi değil elbette, "X:Men Wolverine"i izlemek üzere sinemaya gitmek malca bir hareketmiş. tamam işte koşturdular, kovaladılar, Wolverine'in tırnaklarını cilalayıp parlattılar, şahanesinden "dark" olacak bir filmde "wolverine meğer vietnam'da askermiş", "pearl harbor'da en önde koşmuş" gibi saçmasapan detayları bize geriden dayadılar ve ekşın ekşın ekşın.. "lanet olası holivud" diyip çıktık mecburen napalım :) sıkılmadık neticede ama filmden de bana kalan bu "şafak sayan asker wolverine'e yol verin" benzeri slogan oldu..

neyse, dediğim gibi dün akşam şahane bir film izleyerek kötü film çakrasından tamamen kurtulmuş olduğumuza inandım. bunca zamandır ne akla hizmet izlemedim ben bu filmi bilmiyorum.

Bahsetmekte olduğum film Frida. Bu kadar etkilenmemin sebebi, Diego'ya duyduğu o acayip aşk mı, Frida'nın inanılmaz güçlü karakteri mi, yaptığı resimlerin kuvveti mi bilmiyorum, her şekilde filmin çok başarılı çekildiğini, hatta anlatılabilecek en güzel şekilde meramını anlatmış olduğunu ve yansıtmak istediği hissi çaaaaaat diye kafana vurduğu aşikar. Öncelikle Barbara Mujica'nın yazdığı Frida Kahlo isimli romanı okumuştum. Kız kardeşinin ağzından (o en büyük aşk Diego'nun kendisini aldattığı kız kardeşin ağzından) yazılmış ve oldukça başarılı bir romandı. Ozaman düşündüğüm artık resimlerine baktığımda o tek kaşlı esmer kadının gözüme hiç de çirkin görünmediği olmuştu. Yaptığı resimler de hikayesi ile birlikte gözümde bir anlam kazanmış hatta anlam kazanmakla kalmayıp basbayağı içime kazınmıştı. Sonra dün akşam filmi izlerken kafamdakiler ile çok da örtüşen bir takım karelere ek olarak çok daha fazlasını edinme şansım oldu. Aslında ne kadar anlatmaya çalışsam az. Frida'yı sevmekten öte, filmi çok sevdim, iyiki izledim, sağolsun B.


bu da filmin en sevdiğim sahnesiydi diyebilirim. Frida'nın tüm hareketleri (ve tabii Selma Hayek'in tartışmasız başarılı rol yeteneği sayesinde) sonrasında bu dansın kadın kadına yapılması gerektiği sonucuna vardım :) okadar seksilerdi ki, b. "Diego'yu tavladı" dediğinde ister istemez "valla beni de tavladı" dedim ve ciddiydim.. dansın kendi güzelliği, kadınların ikisinin de güzelliği ve hareketlerindeki sertlik / yumuşaklık dengesi beni benden aldı. bir erkek ile dans ediyor olsaydı bu bahsi geçen denge de olmayacaktı sanki..


velhasıl-ı kelam, mest etti beni Frida..Derhal Meksika'ya gitmek, şimdi müze olan evini gezmek, hayatı boyunca sakat kalmasına sebep olan ve şimdi orada sergilenen otobüsü görmek, aşk mektuplarına bakmak ve daha yakından hissetmek istedim. Ama malum domuz gribi var, sanırım bir süre bu planı erteleyeceğim :)

şimdi bu filmin devamının da benzeri güzellikte filmler ile gelmesini temenni ediyorum, nitekim haftasonumu yeni indirdiğim filmlere adamak gibi bi hayale sahibim..

18 Mayıs 2009 Pazartesi

of nazlı offf :(



hep senin yüzünden.
bakıyorum bloguna (http://www.perfumemaniac.blogspot.com olur kendisi) aklıma direk karpuz kabu
ğu düşürmek üzere binbir bubi tuzağı tadında..
hadi neyse parfüme senin gibi malı mülkü satıp paramı yatıracak denli bi tutkum yok ama bazen
öyle yerlerden yakalıyorsun ki beni..
maa
şım kaç liraydı, kredi kartı limitim neydi ve hatta allah verdi demeden alasım alasım alasım geliyor..

mesela: http://www.footshopping.com/
bu birkenstock denen gavur icadı terlikleri ne kadar klasik de olsa ben hiç sevmezdim, sevmedi
ğim gibi hediye gelse giymem gibi de bi tavrım vardı. lakin o “all other countries”den girip, dorian serisi ile karşılaşınca afalladım desem yeridir.

nası güzel desenler, nasıl da benim olmalılar :(((

ama şimdi lanet olası terliğe verirsek 68$ sonra ona bir de yol parası eklenip olursa sana 100$ deli derler sanki adama.. hani ne dediklerinin bi önemi yok ama, ay başında benim o terlikleri kendi kafama vurmak suretiyle kendimi akıllandırmam gerekebilir :( ve akıllanmama ihtimalim de çok yüksek tabi ;P

böyle emoticonlarla dolu yazı yazmak da nerden çıktı onu da bilmiyorum.. neyse.

Terlikler diyorum, şahane.. üç tane favorim var, üçünün de resmini koyuyorum ama misal fiyatı 10 dolar olsa 10 tane, 1 dolar olsa 100 tane alırdım..

İşte durum böyle. Pazartesinin olayı budur yani, internetten terlik bakıp nazlı’ya küfretmece :)





15 Mayıs 2009 Cuma

sarhoş musun?


birisi haber3.com'dan gereksiz bilgileri almış, ben de içerisinden en ilgimi çekeni alıyorum:
"Rastgele seçilen herhangi bir anda dünyadaki insanların ortalama yüzde 0.7'si sarhoş durumda."
Çok az değil mi ya? Koca dünyaya %1 bile sarhoş değil.
İşte ondan bu dünya bööle zaten :)))

14 Mayıs 2009 Perşembe

almadan vermek

çok şükür 13 sene sonra bitti.

gerisi için edit: neyse siktir et..

12 Mayıs 2009 Salı

let me go

keşke bilsen ya da anlasan ya da ben söylediğimde inansan.
keşke nelere, ne kadar inançsız olduğumu söylediğimde, bunları aşabilecek bir güce sahip olduğun yanılgısından kurtulabilsen.
bu her defa insanın içine gelen "bu defa başka" hissinin kaçıncı tezahürü olduğunu düşünebilsen.

sütten yanan ağzıma sürdüğüm merhemlerin tadı damağımda hala..mücadele edecek gücü zaman zaman buluyorum, kendimle değil de seninle. kendimle mücadele edemeyeceğimi çok iyi anladım, sevgili kendim bir şeyi istediğinde yapıyor bir şekilde, bu sebeple artık ona engel olmaya çalışmak yerine sadece biraz sabır gösterebilmeyi deniyorum, buna eğitiyorum.
seninle de sadece zaman zaman mücadele edebiliyorum işte, "bende sana yetecek kadar ben kalmadı" diyorum. "her şey geçer" duygusuna sahibim ve bu geçicilik içerisinde yitirmiş olduğum inancım seni dehşete düşürüyor. hayata ve getirdiklerine karşı güvensizliğime "nasıl?" diyorsun, "nasıl olur?".
nasıl oldu bilmiyorum ama olan bu.
"tecrübe kalpte kalan izdir" diyor bir başkası, sanırım sorunun cevabı bu. insanların kollarına attıkları façalara benzediğini düşündüğüm bir takım yara izlerine ve onların tüm hatıratına sahibim. her birini tek tek tanıyabiliyorum. benzer yaraları gruplayabiliyorum. daha fazla istemiyorum.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

lay lay lay


tuhaf bir enerjim var, bir küçük parmak uzatan bulsam halay çekeceğim o derece.
nerden geldi şimdi bu hava, üstelik bir pazartesi sabahında, yarım açık yatak odası perdesinden odayı aydınlatan güneşin umulmadık etkisi midir?
bilmiyorum, neden mutlu hissettiğimi arayıp bulmaya çalışmak da çok manalı değil, hazır böyle hissederken tadını çıkarayım diyorum ama işte iş güç bişiler, olduğu kadar neticede..
iş yerindeki insanlara da yayılan bir durum olduğundan herkes "hayırdır?" diyor, ben de "işallah :)" diyorum.
genellikle bu hal bana aşık oluşumun ilk günlerinde olur. bir neşe, bir kabına sığamama, bir bayram havası, düğün dernek kafası ama o da yok. aşk yok, bahar var lakin bünye sanırım alışık olduğu tatta devam ediyor tepkilerine. madem bahar var o zaman s. kesin aşıktır diyerek :)

(sbb diyecek ki; "aşk mı?",
ben de diyeceğim ki; "benim standartlarım içerisinde genel geçer kabul görmemiş bir mana ile decode edilmesi gereken bir sözcük bu")

bunun dışında dün sevgili kankam b. bana harika bir film seyrettirdi, bir çeşit caveman filmi, ilk insanların yaşantısı ama diğer benzeri filmlerden farklı olarak hem eğlenceli (komik) hem de enteresandı, çok hoşuma gitti.. açılmış olan "kötü film çakrası"ndan kurtulmuş olabiliriz belki..

bu akşam tekrar spora başlıyorum (çok uzun bir aradan sonra ama olsun..)

"oleeeey yaz geliyor" hissi içime yeniden geldi, şubat ayının sonundan beri her güneşi gördüğümde mal gibi aynı sevince kapılıyor olsam da en azından bu sefer daha yüksek bir olasılık üzerine hareket ettiğimin farkındayım.

ay sonunda yine marmaris, 18 gün kaldı hatta.
bi takım işler peşindeyim her sene mayıs ayında olduğu üzere yine aynı taşınma planları, yine aynı iş yapalım kafaları.
bi gün olucak da bakalım ne zaman..
"neyleyim geç gelmiş saadeti" olmasın da..

6 Mayıs 2009 Çarşamba

ölmeyin

benim yeni hatalara ihtiyacım var
ama eskiler
gelip beni buluyor
ve bir daha yap diyor..
bir daha.

bir daha yapmicam.

bir daha kimsenin mezarına çiçek dikmek istemiyorum,
elimi hissetsin diye toprağında gezdirmek,
söyleyeceklerimi içimden söyleyip duymasını beklemek,
aynı cehennemde tekrar yanmak istemiyorum.

kimi ne kadar sevdiğimin bir önemi yok,
hiç kimse için bir daha buna tahammül etmeyeceğim.

döndüm, ama çok yakında temelli gelicem..