25 Ekim 2009 Pazar

ol

otur ve yaz. şimdi tam zamanı çünkü kafandan geçen kelimeler yine toplasan bir ceviz kabuğunu doldurmayacak kadar olsa da muhteşem bir gürültü yapıyorlar. okadar çok kelime var ki dayanılması çok güç bir hal alıyor, her kafadan bir ses çıkıyor, seninse aslında çok az kelimen var söyleyecek. oysa ne kadar da çoktular bir zaman önce. vazgeçilmeyecek hiç bir şey yok. bunların başında hayatın kendisinin geliyor olması işleri kolaylaştırıyor aslında. ardından insanlar, hayaller ve nesneler geliyor. bir takım maddeler.. diyorlar ki küçükmüş istediklerim, bana küçükmüş.. diyorlar ki büyükmüşüm ben, büyümüşüm. .diyorum ki, "experience is what you get when you dont want to get it", diyorum ki işte tam olarak bu sebeple haklı olabilirsiniz. tecrübe kazanmış olabilirim. bu beni "kazanmış" yapmaya yetmez. isteklerimi karşılayabilecek gücüm var çünkü hepsinden vazgeçebilecek gücüm var. bağlılık ortadan kalkıyor. iş, ev, şehir, para anlamını yitiriyor. bir boşluk var adına hayal deniyor, tam bunu yazarken tırnağım kırılıyor. işaret parmağımın tırnağı ve bu her şeyi zorlaştırıyor. ne düşüneceğimi bilmiyorum. zaman zaman bu kadar güçsüz ve zaman zaman 5 adamı karşıma alıp "neden bahsediyorsunuz siz?" diyecek kadar güçlü olabilmek tuhaf. enerjimi alıyorlar. başka şeylerden bahsediyorlar, benim anlattıklarımdan çok başka. aslında her şeyin özünü kısacık anlatıyorum "mutlu olabileceğime dair biraz inanca ihtiyacım var" diyorum. çünkü boğuluyorum, çünkü yine geldi o his, o ak parti binasına bakarak sigara içen ve ameliyat masası satarak para kazanmaya çalışan kıza dışarıdan bakıp küçümseyen s. yine geldi. benimle dalga geçiyor. gözlerim doluyor durduk yere, çünkü bana "başaramadın" diyor, yapamadın oysa çok iddialıydın.. iddian kendineydi ve kaybettin. bunları söylemiyorum. onlar diyorki "tecrübe kazandın" ben diyorum ki "experience is what you get when you dont want to get it".. kazandım mı? Ona çok sinirleniyorum. Bunu başarmama yardım etmediği için, kaybetmeme izin verdiği için ve her şey sanki o kaybetmiş ben kazanmışım gibi göründüğü için çok kızıyorum. Bu kadar sakin ve rahat olduğu için, benim içinde bulunduğum tüm bu karmaşaya karşılık onun her şeyi bu kadar olurunda göründüğü için. Bir sıraya koy diyor bana. Önce evi boşalt, sonra resmi işleri hallet, sonra iş bul, sonra git. Kendi hayaline, yapmak istediğin şeye doğru git. Ne kadar korktuğumu anlatmam çok zor çünkü gitmek için ısrar eden benim. Herkese savaş açan, her şeyi gözden çıkaran benim. İt gibi korkuyorum. Ya olmazsa, ya yine mutlu olmazsam bu defa ne isteyeceğim? İnsan evladı doyumsuzdur, tatmin diye bir şey yoktur, sahip olamayacağını istersin ve sahip olduğunda değerini yitirir çünkü sen artık bir üsttekini istersin. Ama ben okadar uzun zamandır aynı şeyi istiyorum ki bunun gerçekleşmesinden it gibi korkuyorum. Çünkü şimdiye kadar mutsuzluğuma sebep gösterecek birileri hep vardı. Şimdiyse bütün kararları ben veriyorum. Şimdi de mutsuz olursam kendimden başka suçlayacak kimseyi bulamamaktan it gibi korkuyorum. Denemeden asla bilemeyeceğim şeyin adı hayal ve onu gerçekleştirmeme ramak kala korkudan dizlerim titriyor. Damarlarımdaki asil kanda bir sorun var sanıyorum, dolaşım bozukluğu, anlatım bozukluğu, distribütör arızası var. Bir sorun var tam olarak ne olduğundan emin olamıyorum. Başka nedenler arıyorum, ya öyleyse ya böyleyse diyorum.. Ama aslında bütün yapmam gereken bunun adının korku olduğunu kabul etmek biliyorum. Daha kötü olabileceğine dair beynimi kemiren bu korkudan kurtulmam gerekiyor. Her şey daha kötü olabilir, kaçacak yerim kalmayabilir, bu çok tehlikeli, hayalsiz kalma ihtimali beni öldürüyor. Bu kadar çok ihtimal içerisinde kendime güvenimi derhal kaybediyorum ve bunun için herkese açtığım savaşı kendime karşı kaybediyorum. Olmazsa da geri gelirsin diyor, gelemem diyemiyorum. Bir daha gelemem, öyle yaşayamam. İhtimallerin beynimi kemirmesine müsaade ediyorum. Gizlice içtiğim ilacın uykumu getirmesini, bana rüyasız bir uyku vermesini beklerken işaret yeteneğini kırık bir tırnak ile yürütmeye çalışan parmağım klavyenin tuşları üzerinde hiç bir şeye işaret edemez görünüyor gözüme. Ona çok kızıyorum. Kendime daha çok kızmanın bir manası olmayacağını düşünerek, normal insanların hayatlarına özenerek bir kere daha hazırlan diyorum. Hazırlan ve kendini bırak. Bırak su aksın, yatağını bulsun, denize varsın, hepsine karışsın, arasında kaybol.. Ya var ol, ya da yok ol..

15 Ekim 2009 Perşembe


nispeten kolay geçen bir hafta oldu bu hafta.
nispeten çünkü bir takım hayaller yeniden kafama üşüştüler buarada.
yine aynı eski hayaller aslında..
teknede yaşa, netsel'de otur, mümkünse çalışma, çalışıcaksan da burda olmasın :)
neden gerçekleştirmek bu kadar zor? götüm mü çok büyük acaba? mümkün evet..

enteresan, 2 yazı aşağıda "baki kalan aşk ver" diyordum, Elif ŞAfak'ın Aşk'ını okuyorum ve bu sabah oradaki desperate housewife kılıklı Ella'dan tam olarak bu sözleri duydum "Tanrım ya bana aşk ver ya da aşksız yaşamayı umursamayacak bir hal ver" diyordu.

Buarada Hakan Günday'ın da sonunda yeni romanı çıktı; "Ziyan". Koşarak gittim almaya, ne zamandır kitap almamıştım ve ne zamandır kitap görüp heyecanlanmamıştım, mutlu oldum.

Bir deniz hasreti başladı içimde, sanki hiç marmaris'e gitmemişim gibi bu sene. Aslında az kaldı yine gün sayıyorum, Kasım ortasında ordayım ama hiç de bekleyesim yok bir yandan..

Çabuk geçsin zaman. Güzel de geçsin..

çekilin lan

daraldım ha..
komiklik yapınca "sen böyle bi insan değildin niye böyle yavşak oldun" diye itiraz eden yok ama iş sakin sakin durup kendi halinde takılmaya gelince "ne bu hal?" deniyor hemen!

ulan ben her daim deli olmak zorunda mıyım?

hep bi cinlik peşinde, içinden it çıkarıp laf sok komik olsun, salak ol millet gülsün.. bu mu yani?


her daim organizasyon insanı, hayatın suyunu nası sıkarımın peşinde, devamlı bi hareket, gezi planı, eğlence planı, onu da arayalım o da gelsin, fotoğraf çekelim, yürüyüşe gidelim, hiçbir şey yapamıyosak ozaman bari parkta oturalım, çıkın evden çıkın evden diye götümü yırttım.
bitti benim mesaim.
bundan sonra siz uğraşın..


yorgunluktan değil bu, aslında isyan da değil sadece canım istemiyor artık işte. zevk alan yanlarıma bi hal oldu.

geçer diyorsunuz, ya geçer ya geçmez, dün akşam s.'ye belirttiğim üzere, beğenenler ile yaşantıma devam edeceğim, beğenmeyenlere seyahatlerinde esenlikler dilerim.

14 Ekim 2009 Çarşamba

nice to meet you, sad to leave you..

Amin


Of allahım nası bi insanım ben ya..
Yani senle ya'lı yu'lu konuşmamak gerektiğinin farkındayım ama öte yandan sufilere inanırsak, diyorlarki arapça anlamadan ezberden konuşmak yerine, içten/gönülden bir takım monologlara girmek daha iyiymiş, nitekim bana da öyle geliyor.

Velhasıl, saygısızlık etmek istemem ama, hakkaten nası bi insanım ben?

Şimdi sen bana akıl vermişsin, mantık vermişsin, duygu vermişsin, kader vermişsin, kaderime yön verme gücü vermişsin eyvallah, her şey çok iyi görünürde ama peki eksik olan yahut fazla konan malzeme nedir? Bir hata var, sen de görüyorsundur sanırım. Bir türlü doğrulamıyorum, doğrulanamıyorum. Annem "Doğru tektir" ve "Aklın yolu birdir" gibi cümleler kuruyor ama ben o tek ve bir olanı bir türlü tutturamıyorum.

Benim ne olduğum, nasıl olduğumdan öte, senin diğer kullarına bir takım zararlar vermekte olduğum da aşikar. Beni engelleyecek bir şey yapmıyor olmana saygı duyuyorum, her türlü hıyarlığıma müsade ederek beni uzaktan izlediğini ve buna rağmen beni koruyor-kolluyor olmanı da minnetle karşılıyorum. Hıyarlık yapma hakkımın baki olması, bu durumda da özgür bir iradeye sahipmişim gibi hissetmem hoş ancak öte yandan vermiş olduğun vicdan sebebiyle de sıkıntılı anlar yaşıyorum. Hem onlardan hem de senden sıklıkla özür dilemek mecburiyetinde kalıyorum. Karar hakkımın elimden alınmasını ve adıma doğru kararlar verebilecek bir vekil tayin edilmesini talep ederdim ama fazla yüzsüz olacak sanıyorum. Nitekim bu talebime karşılık olarak da "anneni verdik ya, habire senin adına karar vermek için çaba harcıyor, sıklıkla da senden doğru karar verir ama sen kabul etmiyorsun" diyebilirsin, haklısın. Burada da bir problem var işte, onun kararları verdiği esnada bana hiç de doğruymuş gibi gelmiyor. ya da daha beteri, canım istemiyor..

Sana mektup yazmanın bir lüzumu yok elbette ama aklımdan konuşacak kadar iyi kafamı toplayamıyorum. tüm bu cümleleri kafadan kuramazdım yani, kelimelerin görsel yolla iletimini buldurman çok iyi olmuş, yoksa ben ne bok yerdim hiç bilmiyorum..resim de yapamıyor olduğumdan zaten çok iyi olduğunu sandığım ancak habire sıçtığım iletişim halinde hepten batardım sanıyorum.

Of Allahım, burda durum böyle, ben çok sıkılıyorum.
Çalışmak istemiyorum, senin de içimi bildiğin düşünülürse inkar etmenin hiç bir manası yok, nereden geldiği çok da mühim olmayan bir miktar parayı hayatımın geri kalanında yemek istiyorum. Çok fazla paraya ihtiyacım olmaması bu durumda bana bir artı puan kazandırabilir belki (diye umuyorum)
Bunun dışında, baki kalabilen bir aşk istiyorum (bu da "kaybolmayan sakız istiyorum" gibi oldu ama daha ulvi bir isteğim olduğu düşünülerek buradan da gidiş yoluna puan verilmesini rica edebilirim.) Bir takım insan evlatları "aşk senin içinde" filan diyebilir, yahut "baki olan Allah aşkıdır" da diyebilir ancak ben allahaşkına gayet insani-fiziki bir aşk istiyorum, o heyecan, tutuşma, yerden yüksekte yürüme, eğlenme, özleme, kör olma halinin baki kalmasını istiyorum.

Aslında bütün istediğim bu kadar.

Böyle bakınca iki kalemden oluşması sebebiyle ne kadar da az şey istiyorum ama biliyorum ki aşkı bulsam sağlık ve huzur da isteyeceğim, bir de mesela "mutlu aşk yoktur"muş, elbette mutlu olmak da istiyorum. Sadece ben aşık olursam bu program sıçacağından bunlardan karşımdaki insana da vermeni istiyorum.

Allahım, beni insan et. Ne demek istediğimi sen çok iyi biliyorsun. Ya bu durmadan bana gelen, hep gelen, geçecek gibi olan ama bir türlü geçmeyen isteklerden beni arındır, ötekiler gibi et, ya da istediklerimi elde etmeme yardım et.

Teşekkürler, saygılar..

S.

13 Ekim 2009 Salı

o.wilde




yet each man kills the thing he loves,

by each let this be heard,
some do it with a bitter look,
some with a flattering word,

the coward does it with a kiss,...
the brave man with a sword!

some kill their love when they are young,
and some when they are old;
some strangle with the hands of lust,
some with the hands of gold:
the kindest use a knife, because
the dead so soon grow cold.

some love too little, some too long,
some sell, and others buy;
some do the deed with many tears,
and some without a sigh:
for each man kills the thing he loves,
yet each man does not die.

12 Ekim 2009 Pazartesi

8 Ekim 2009 Perşembe

sil baştan...

ben olmak çok zor desem, biliyorum anlayacak bir ben varım.
anlatmaktan yorulmayan da bir benim zaten.

ben olmak, bir bana çok zor.

bir bedende bunca çok ben,
aklı ile kalbi hep çekiştiren,
bir birinin bir ötekinin peşinden gitmekten, bölünmekten, aramaktan, bir olmaya çalışmaktan, bir yol bulmaya çalışmaktan, bulduğu yoldan sıkılmaktan, yenisine, başkasına sapmaktan, yeni girdiği yolda da aramaktan bunca sıkılan, yorulan, ama duramayan olmaktan çok yorgunum.

ne liman ne okyanusta,
ne dinginlik ne delilikte var olabilen,
ne istediğini bulamadığından, bulduğundan emin olamayan,
hem bunca başına buyruk hem de bu kadar bağlı olmaktan,
bir "aşk" diye divane olmaktan, bir "olmaz böyle" deyip, onların sözüne kanmaktan,
kanamaktan, katılmaktan,
katıla katıla gülüp, kana kana ağlamaktan,
bir anda her şeyi bırakıp, sonra yeniden hepsine birden başlamaktan,
bir türlü karar veremeyip, sonra kararını verince bir türlü emin olamayıp,
aklı erse kalpten olan, kalbi yatsa akılsız kalan,
ben olmaktan
okadar yoruldum ki..

başkalarına bakıyorum,
herkesin bir yolu var sanki.
ya akıllı ya deli,
herkes tutturmuş teranesini..

bense nerdeyim, ne isterim, neyi yapabilirim,
şimdi bu yoldan çıksam, ona girsem,
ne kadar gidebilirim?

bu defa kim yanar kurunun yanında
bu defa kime yazık ederim?

zararım bir tek bana olsa, belki de bu kadar sorun olmayacak ama,
hep yarı yolda bırakmaktan da bıktım artık.

divane aşık gibi, dolanırım yollarda..

5 Ekim 2009 Pazartesi

30

"Bu kızı yeniden büyütmeliyim
Kor ateşlerde yürütmeliyim
Değirmenlerde öğütmeliyim
Farkındayım"

bu hayat boyu sürecek bir işlem anlıyorum.
bir kere daha öğütmeli,
yeniden büyütmeli,
bir adım daha ileri,
düş,
kalk,
yaralan,
kabuk tut,
kabuk kopar,
kanasın kanasın, izi kalsın,
bir tane daha,
daha büyük, daha geç iyileşiyor yaralar,
kabukları koparmak da daha zorlaşıyor,
sevmekse eskisinden zor.
başka hatalar, başka insanlar,
daha fazla etkileyen sonuçlar..

şimdi tam zamanı ama, bu kızı yeniden büyütmenin, ders almanın tam zamanı. şimdiye kadar olduğundan farklı olarak, bu dersi şimdi almazsam, daha da alamam çünkü..

bugün 5 ekim. Fiko 30 yaşında.
belki de hiç 30 yaşında olmadığı için şanslı..
bu kadar çok onu özleyen, seven, düşünen insan olduğu için şanslı..
başucunda çocuk resimleri duran, rengarenk çiçekleri olan, göğe değen çam ağaçlarının altında, hiç ayrılmak istemediği şehrinde, dünyanın en huzurlu mezarına sahip olduğu için şanslı..
ve bana yaşattığı tüm mutluluklar için de ben şanslıyım.
birini bu kadar sevebilmek, biri tarafından bu kadar sevilebilmek ve diğerlerinin aksine bunun artık ölüm tarafından "ölene kadar" koruma altına alınmış, bozulmayacak şekilde saklanmış olduğunu bilmek benim şansım..

seni çok seviyorum dediğimde ağaçtan kafama düşen kozalağa, onunla güler gibi gülebilmek ve benimle beraber güldüğünü bilmek,
sevgisini göğsümün tam ortasında bir alev gibi hissedebilmek,
bunun geçmemesi, bozulmaması, bitmemesi, şansım.

olduğun yerde, en güzel mavilerin ve yeşillerin içinde, huzur ve mutluluk içinde, beni bekliyor olmanı diliyorum, seni çok seviyorum.




1 Ekim 2009 Perşembe

beni sevmeyen bitlensin

tatile filan gittim. 9 günmüş, anlamanın imkanı yok tabi ne ara başladı ne zaman bitti. aslında tatilden de bir şey anlamadım. eski tatiller bardak oldu şimdi. öyle bir eğlence manyaklığı filan çok uzakta, radikal kararlar ise yakında..

içim biraz rahatladı da üç beş satır yazabiliyorum. bu kadar da çok düşünecek bir şey yok aslında. bir takım kararların öncelikli verilmesi gerekiyor. ilk ayağımı atmıştım zaten, diğeri arkada kalmıştı, şimdi onu da öndekinin yanına çekmek gerekiyor. doğru karar doğru karar diye kıçımızı yırtıyoruz ama olan kıça oluyor işte, hiç bir zaman emin olamıyorsun bu mu doğru karar, emin olamayacağız da bir "sliding doors" güzelliği yapılıp diğer seçenek de gösterilmediği sürece. sürüyle film var bunun üzerine butterfly effect gibi, "onu öyle yapmasaydım, burda bu seçimi yapmasaydım" diye. demekki neymiş, çok da düşünmenin bir manası yokmuş. ama insan engel de olamıyor kendine yine de bir hindi gibi düşünüp duruyorsun içten gelen gulu gulu sesleriyle.

sonra bana diyorlar ki amma sivilce çıkmış yüzünde, yok efendim ne kadar da mutsuz görünüyorsun. kafamın içi olmuş kazan. okadar çok düşünce doluştu ki neyi düşüneceğimi şaşırdım. zaten hepsi bu yüzden oldu. beni yıldıran şeyleri bir kenara ayırdım, ne demiş amerikan ataları "one thing at a time", hah tamam. ilk karar verilmesi gereken neydi, onu buldum, kararı verdim, şimdi uygulayacağım sonra diğerlerine geçeceğim. amma zor oldu yahu!