14 Ocak 2008 Pazartesi

sevsem

Ne için ölmemiz gerektiğini bulamadığımızdan mı ölmedik yoksa sadece ölmeye bile gücümüz olmadığından mı? En azından burada geçirdiğimiz zamanda ne için yaşıyor olduğumuzu bulmamız gerekmez miydi? Belki de gerekmezdi. Belki de sadece bu kadar çok soru olduğundan ve bütün cevapları aramaya çalıştığımızdan oldu bunlar. Belki de sadece televizyona bakıp fındık yemeliydik. Belki de dünyanın geri kalanına karşı çıkmak yerine onlar gibi davranabilmeyi öğrenmeliydik. Belki de daha kreşe giderken “neden herkesle aynı anda tuvalete gitmek zorundayım” diye sormak saçmalıktı, işe dendiğinde işemeyi, git dendiğinde gitmeyi, başarabilmeliydik. Sorular sormayan insanların cevaplarla sorunu olmuyor. Bu da demek oluyor ki; esas sorun sorularda değil, bulamadığımız cevaplarda. Belki de daha çok aramalıydık, veya doğru yerlerde ya da doğru zamanlarda.
Yanlış... Bir yerde bir yanlış var biliyorum. Yoksa ben de şimdi çekirdek çitliyor olmaz mıydım? Ya da bir yerlerde yanımda ne konuştuğuna ve neden konuştuğuna anlam verebildiğim insanlarla beraber kahkaha atıyor olmaz mıydım?
Peki neden bana geceler ve kelimeler kaldı sadece?
Neden içimde birikenlerin arasında boğulmak ve nefes alabilmek için yazmak zorunda kaldım ben?
Bu soru işaretlerini nereye kadar taşıyabilirim bilmiyorum. Gerçek olmayan şeylere kendimi sonsuza dek inandırabilirim. Kendime ev yapımı bir şizofreni edinebilirim. Ama tüm bunları bilmiyormuş gibi yapamıyorum. Hiçbir şey bilmiyorum ben diyerek içinden çıkabiliyorum bunların, çünkü bende sadece sorular var, cevapların sende olduğunu umuyorum. Hala, olmayan bir “sen”den böyle bir beklentim var benim.
Yanmak için bir kıvılcıma ihtiyacım var sadece. Sonra benden kalanlarda isterlerse patates közleyip dizi seyretmeye devam bile edebilirler, ilgilenmiyorum.

Hiç yorum yok: