14 Ocak 2008 Pazartesi

II.

II.
Nerede kapanır gözlerin bu gece, nerede üşürsün kim bilir. Ben “keşke özlemesem” lerde oturuyorum. Kapattığım gözlerimin çoktan unuttuğu uykuyu anımsayacak bir şeyler arıyorum. Yazdıklarımı siliyorum, sildiklerimi yazıyorum en baştan. Aynı şarkıları dinliyorum, aynı sokağa bakıyorum, gece boyunca uyuyanları izliyorum. Evlerde kalan son ışıklara bakıyorum, benim gibi bir tane daha arıadım bunca yıl, benimle beraber geceyi bekleyecek.. Şimdi buldum, ellerimden kayıp gidiyor, tutamıyorum.. Varken yok oluyor, yoktu da ben mi var ettim diye sorduruyor şimdi. Onun ışığı yanıyor en son, benimkiyle beraber sönüyor. Gün doğduktan sonra, güneş geldikten, ışığa gerek kalmadıktan sonra sönüyor. Biz geceyi değil sabahı bekliyoruz. Gözlerimizi kapatmak ve uykuyu hatırlamaya çalışmak için. Hayaller ve gerçekler arasında dolaşıyoruz ayırt edebilir miyiz aradaki farkı acaba diye. Rüyaları unuttuğumuz için kendimize rüyalar yazıyoruz yattığımız yerde. Bize rüya gördürmeyen bir tanrıya inat hayal gücümüzden tanrılar yapıp onların sunduğu rüyalarla oyalanıyoruz. Kumdan kalelerimize bakıyoruz biz. Dalgaların yıkamayacağı yere yapmayı hiç akıl edemediğimiz, yapıp “dalgalar yıkacak nasıl olsa” diye üzerinde tepindiğimiz kumdan kalelerimiz var bizim. Bana yardım ediyorsun sen, çamurlanmış dizlerimi yalıyorsun, çizilmiş parmaklarıma iğne yapıyorsun. Ağrıyan sırtıma oturuyorsun bazen. Ağrıyan kalbime oturan file benziyorsun.
Bir tek senin ışığın yanıyor yine, bu gece de. Sen hiçbir dört duvarın arasında durmuyorsun, sokakta ışığını görüyorum senin. Kapatamadığın göz kapaklarından öpüyorum seni. Durduramadığın kalbini öpüyorum. Seni bekliyorum ben bilmeden, başka şeyler yaparken, gündelik hayatın sıradanlığında kaybolamayacağın bir yere koyuyorum seni, bir tek ben biliyorum senin var olduğunu, kimseye anlatmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum ama yapmadığım şeyler bile yoruyor beni. Elinden utup sendeki yorgunluğu da almak istiyorum. Gülümsediğin bir an için neler yapabileceğimi düşünüyorum. Ne kadar da yorgunuz… Ne kadar uzaksın benden, ne kadar yakın..
Kelimeleri hiçbir yere koymak istemiyorum artık, sustuğun zaman dudaklarından çıkamayanları dinliyorum. Her şeyi duyuyorum, her şeyi duymaktan yoruluyorum bu kadar ben. Seni özlemekten yoruluyorum. Saklama kaplarına koyuyorum her şeyi bozulmasınlar diye, her şey bozuluyor, geriye bir tek senin yanan ışığın kalıyor. Kırmızı bir ışık, her şeyin başladığı yerde, hepsini bitirmek üzere. Hayatımdaki düzeni sabote ediyorum, işte bu yüzden seni saklıyorum, ihanetimin suç aletisin sen, kendi hayatıma ihanet ederken ben, seni severek bozuyorum “var gibi” olan her şeyi. Sildiğin gözyaşlarımı bir akvaryumda biriktir, acımı iç, elinden bırakmadığın bir sigara kadar çek içine hepsini, üfleme sonra dışarıya, ciğerlerinde kalayım sonsuza kadar. Dalgalar yıkamasın diye üzerimde tepin, yık yapmaya çalıştığım her şeyi, yok et, benden geriye bir tek kumlar kalsın elinde, yala sonra o kumları, dizlerimi hatırla, gülümse bana, başka hiçbir şey yapma, sadece gülümse. Saatlerce otur karşımda ve gözlerin artık göremez olana kadar bana bak. Kapat gözlerini ve kapattığında yine beni gör. Işıklar açık kalsın diye bağırmak istiyorum bu şehre, bana yalnız olduğumu hatırlatmayın diye bombalı pankart açmak istiyorum. Yanımdan yürüyüp geçen insanları bir düğmeye basıp yok etmek istiyorum. Sadece sokak köpekleri kalsın geriye. Dünyayı formatlamak istiyorum, her şey baştan başlasın, başlarken de biz olalım biterken olduğu gibi, bekleyelim, ışıkları yanmayan herkes pişman olsun uyuduğuna, sadece sen ve ben olalım.
Ben deli değilim. Olmaya da çalışmıyorum. İstemeye cüret edemeyeceğim şeyleri yazıyorum buraya. Bekliyorum neyi beklediğimi bile bilmeden. Bir düğmeyi mi aradık biz bunca yıldır. Kırmızı bir düğme o. Bir gün çimenlerin arasında karşına çıkacak. Ona bas. Geriye sadece uyuyamayanlar kalacak…

Seni özlemekten sıkılır mıyım acaba. Gözlerim açıkken gördüğüm hayalini bir kenara bırakıp kendi hayatıma döner miyim yeniden. Kendi yalnızlığımı sen olmadan sürdürebilir miyim bir daha? Hepsini unutup geri dönebilir miyim nereye olduğunu bilmediğim bir yere? Yorgunum, yorgunluğum geçmeyecek biliyorum. Senden bir telefon bekliyorum, bir mesaj, bir ses bekliyorum senden, bir yorum, bir kelime bekliyorum senden, ya da sadece bir duman belki..
Sadece ışığın var, parlıyor orada bir yerde, ya sönerse?

Minicik ellerinden tutup çocuk parklarına götüreceğim seni. Sen oyun oynarken korkacağım düşmenden. Bugüne kadar oynadığımız tüm oyunlardan daha güzel ve daha trajik oyunlar oynayacaksın sen orada, ben kenarda sigara içip seni izleyeceğim. Bir filme başlar gibi başlayacağız her şeye, çocuk çığlıkları ve kahkahalar eşliğinde, daha önce defalarca başka insanlarla ama hep figüranlarla çıktığımız sahneye çıkacağız, oyunumuz bittiğinde birbirimizi selamlayacağız. Alkışlarla sahneye davet ediyorum seni, gözyaşlarıyla indireceğimi bilerek. Yerini al ve beni bekle sana ördüğüm atkıyı getireceğim, sana ördüğüm rüyaya saracağım seni. Bitmesini istemediğimiz sigara kadar haz veriyor bana seninle geçen anlarım, derin bir nefes alıp tam içime gönderiyorum seni. Çıkamayacaksın oradan, kalacağın yeri biliyorum. Kork benden, hazırladığım yıkıma ben bile şaşırıyorum. Sahne düzenini şeytanıma bıraktım, dekor ve kıyafetler her zamankinden farklı olmamalı, aklımdan geçenleri seyirci anlamamalı. İki kişilik bir oyun yazdım ben, seninle beraber oynuyorum ama yalnızım, hiçbir şey anlamıyorum, hiçbir şeyi unutamıyorum. Elime dev bir silgi alıp silmek istiyorum bu resmi. Elime dev bir silgi alıp sürtünerek kendimi silmek istiyorum. Seni istiyorum ben. Ne istediğimi bilmezce insanların arasında yürürken rastladım sana, yürüyüp geçerken yanımdan, sana dur demeyi aklımdan bile geçiremeyecek kadar saf kalan yanlarım ağrıyor şimdi. Hayatımdaki düzeni ben düzüyorum, ipe diziyorum tüm düzgün giden şeyleri, boynuma bağlıyorum. Kolyen ne güzel diyorlar bana gülüyorum herkese. İncelik ve sadelikle gülümsüyorum. Açıklamalardan çok uzaktayım, her şeyi çok karmaşık zannettiğimi biliyorum. Bu yüzden açıklama yapamıyorum. Bu yüzden sadece gülümsüyorum. Sana benzetmeye çalışıyorum gülümsememi, sen diye kendime bakmak istiyorum. Tanrım, neler de saçmalıyorum ben.
Hadi gel artık, güneş yokken gitmeliyiz seninle. Yerlerde yuvarlanmalı, saatlerce gülmeliyiz. Bunu hak etmediğimizi biliyorum, yine de hak etmediğimiz her şey gibi bunu da yaşamak istiyorum. Beni kollarının arasına al, sarıl, sık, bırakma. Koru beni, benden koru.. Bütün maskelerimi çıkardım, tenim paramparça oldu, kanlar aktı etrafıma, açan çiçekleri sana topladım, gelincikler, kan çiçekleri topladım sana… Bildiğim her şeyi unuttum, unuttuklarımın hepsini hatırladım, hatırladıklarımın hepsinden nefret ettim ben. Sadece sen bana sarıl diye bekledim geceler boyunca. Uzaktan geçen arabaların farlarını senin ışığın zannedip caddeler boyunca koştum peşlerinden, her şeye geç kaldım, hiç birini yakalayamadım.
Bir sigara daha mı yaksam?
Her ambulans sesi duyduğumda kendim için ağladım, ambulans sirenlerinden korktum hem de atom bombalarından daha çok. Yattığım o soğuk metalin sırtıma değişini hissettim her seferinde yeniden, gözlerini aç diye bağıran bir kadının çığlıklarını duydum, ölürken seni yanıma aldım, ışıkların içinden geçtim, araba farlarına baktım, sen de geliyorsun işte benimle diye hiç ağlamadım. Sadece sirenlerden nefret ediyorum.
Benim hayat hikayem bu kadar, istersen seninkini oynayalım. Birbirimize oynadığımız oyunlar içinden en başarılı olanlarını seçip tekrar edelim. Elimi tut, sahneye çıkmama yardım et, sahnelediğim diğer tüm oyunları hayranlıkla seyret, beni sen alkışla, ellerimi tut, beni alıp bilmediğim bir yere götür, adı olmayan bir yere. Balta girmemiş ormanlara götür. Sen balta ol ben sap olurum sana. Başka hiçbir baltaya sap olamam ben. Sadece seninle oynamak istiyorum artık. Mızıkçı bir çocuk gibiyim ben bu hayatta, sıkıldım işte, istemiyorum daha fazla oynamak, sadece seni istiyorum ben, gel al…
Seni tanımadığımı biliyorum, ama kimse kimseyi tanımıyor ki zaten, kim iddia edebilir birini tanıdığını bu dünyada?
Çirkin insanları sevemeyen bir kalbim var benim, kötü bir kalbim var. Kimse bilmiyor, kimse bana inanmıyor. Sen inan bana, kötülüğüme inan, onu gör ve yine de beni sev. Benim seni sevdiğim gibi, sendeki kötülüğü evimde bir saksıya diktiğim ve her gün özenle suladığım gibi. Bu geçen zaman içerisinde hiç koparmadığım, hiç koklamadığım, sadece beslediğim gibi sen de benim kötülüğümü besle. İçine al beni, içime gir. Geriye sen kalmayana kadar sev istiyorum beni. Ne kadar da çok şey istiyorum değil mi?
Bu hızla yazmaya ve saçmalamaya devam edersem bir kitap bile çıkarabilirim belki. İçinde kimsenin anlamayacağı şeyler yazan bir kitap. Kimin gerçekten demek istediğinin anlaşıldığını düşünüyorsun sen? Dediklerimiz ve yazdıklarımız bir boşlukta savrulmuyor mu sence de?
Seni asla siren seslerine ve metal yataklara bırakmayacağım. Saksıdaki kötülüğünü seyredeceğim, seni var olan her şeyinle seveceğim. Kimsenin görmek istemediği yanlarınla, kimsenin sevemediği huylarını seveceğim en çok. Kendimden nefret edene kadar seveceğim seni. Bu çok uzun sürmeyecek sanıyorum…
Müziğin sesini sonuna kadar açtım, bir tane daha sigara yaktım. Elimden tutup beni çıkardığın kalabalığın arkamda bıraktığı gürültüyü düşündüm. Kimsenin yokluğumuzu fark edip peşimizden gelmemesi için dua ettim. Hiç var olmamışız gibi olsun istedim. Kimse yanımıza gelemesin, kimse bizi bulamasın orada. Adı olmayan yerde, yerlerde oturup konuşalım geceler ve sabahlar boyunca. Zamanı unutalım, zamanda bir yerde asılı kalalım.
Seni nasıl saklasam bir türlü karar veremiyorum. Habire fikrim değişiyor ne yazık ki. O kadar hızlı değişiyor ki hiç birini uygulayacak kadar vaktim kalmıyor.
Buna günler boyunca devam edebilirim. Sana hiç okumayacağın şeyler yazarak geçirebilirim günlerimi. Tek ihtiyacım bitmeyecek sigaralar ve kahveler.
Parıltılı kalemlerle çiziyorum bedenini. En sevdiğim yerlerini kırmızıya boyuyorum kanımla. Karanlıkta parlıyorsun. Sana bakıp gülüyorum. Bana bakıp gülmeni bekliyorum yeniden. Burada oturduğum birkaç günde, sen yokken, yaz bitti, sonbahar başladı. Ben seni beklerken mevsim değişti, ben hiç fark etmemiştim ama bir yaprak düştü önüme ağaçtan, bana anlattı her şeyi. Senin aslında var olmadığını, tüm bunların yine benim hayal gücümden kopup geldiğini anlattı bana. Anlamıyor musun? Gerçekleri yazmak istemiyorum, gerçekleri hatırlamıyorum, gerçek bir şeyle karşılaştığım zaman canım sıkılıyor, kaçmak istiyorum, kapalı kaldığım kafeslerde, parmaklıklara sarılıp “çıkarın beni buradan” diye bağıracak kadar kuvveti kendimde bulamıyorum. Beynimin hızına erişemeyen ellerime acıyorum. Parmaklarım su topladı yazmaktan. Evet, gene yalan söylüyorum. Utanmıyorum, başkalarının gerçek olduğunu sanarak söylediği şeylerden daha güzellerini söylüyorum ben sana. Gerçek olmasını hayal ettiğim şeyleri söylüyorum. Bunda utanacak bir şey de göremiyorum. Onlar utansın, senden ve benden başka herkes utansın, utançlarından ölsünler.
Bu yeni mevsimde de eskilerinde olduğu gibi seni arayarak yaşamak istemiyorum. Ya yaşamayayım ya da aramayayım artık, biri benim ne kadar yorulduğumu görsün. Benim senin yorgunluğunu gördüğüm gibi…
Sıcak sularda kaynatıyorum kendimi, bütün pisliğimden arınarak geliyorum ben sana. En saf halimle geliyorum. İçimi dışıma çıkartıyorum göremediğin bir şey kalmasın diye. Yine de sev beni, yine de seversen ancak bir anlam taşır sevgin.
Dışımdaki pisliği kaynar sularda bıraktım, denizlere girdim ardından, tenime bütün tuzunu aldım. Yine de öp beni, yine de sev..
Terliyorum. Güneş beni yakaladı, bırakmıyor. Avuç içinle silecektin terlerimi, söz vermiştin, avuç içimi öpecektin geldiğinde,
geldin mi?
Çok güzel müzikler dinliyorum, hiç birinin sözleri yok, ben yazıyorum onlara gereken sözleri. Şarkılarımın sözlerinde seni anlatıyorum, benim gibi bir yalancı bulduğumdan bahsediyorum. İçimizin sıkıntısı ancak böyle geçiyor. Güzel müzikler, güzel kadınlar, güneş kıskanıyor. Dans ediyoruz deliler gibi. Ne kadar da mutluyuz. Bu sahte mutluluk için ne dediğimizi biliyorsun sen. Sahte olan her şeye duyduğumuz aşkı pekiştiriyoruz. Simler, parıltılar, havai fişekler ve fosforlu kalemler gibi, öyle parlak ve o kadar geçici ki.. Kalıcı olduğu yanılsamasına inanacak kadar bile zaman tanımıyor sana, parlıyor ve sönüyor. Bizim gibi. Çocukluk gibi. Parlaklığı geçene dek güzel olan her şeyi seviyoruz. Onların uçuculuğu bize tüm kötü alışkanlıklarımızın tadını veriyor..
Sırtım ve boynum ağrıyor. Otur artık. Yıllar boyunca camdan bakıp beklediğim uzaylı ol sen, başka bir galaksiden gel artık. Çok yorulmuş ol, dinlen, bana geçir sendeki yorgunluğun birazını, bendeki yorgunluktan biraz al artık. Sonra gidelim işte oraya. Hiçbir haritada bulamadığımız yere gidelim. Önümüze bir atlas alıp dışında kalan yerlere bakalım. Onların çizdikleri bana yetmiyor, sınırlarını anlamıyorum, maviye boyalı yerleri seviyorum ben en çok, kahverengileri sevmiyorum, sevebileceğim yegane kahverengiyi senin gözlerine koyan tanrıya bir anlam veremiyorum.
Bana geldiğin yerleri anlat. Bilmediğim bir şeyler söyle bana, bildiklerimden çok sıkıldım. Aynı olan şeylerden ve her şeyin aynı olmasından sıkıldım. Yeni arkadaşlar getir bana, hepsi senin bir başka yüzün olsun, hepsiyle tanıştır beni, hepsini seveyim, hepsiyle beni sev sen de. Gel ama artık yoksa güneşe gideceğim ve orası çok sıcak biliyorsun.. Beni üzme daha fazla. Ağlamaktan kurumuş göz pınarlarıma tükür, kurumuş dudaklarımı ıslat dudaklarınla, kurumuş tenime biraz teninden sür. Bana biraz sen ver, kurudum ben burada.

Hiç yorum yok: