9 Mart 2009 Pazartesi

"kışbit" protestosuna gerek kalmadı sanıyorum.
bahar geliyor sanki. hava ılındı. herkes bundan bahsediyor. ne yorucu, sıkıcı soğuklar.
yeniden mekandışı sürdürülebilecek sohbetlerin zamanı geliyor.
içine kapanmadan yaşayabileceğin bir kaç ay.
benim üzerimde bu sene tuhaf bir etkisi var bunun. üzerimde yelekle paşa'yı dolaştırdığım ve içime akşamdan kalma yağmur kokusu ile sabahın ılık havasını çektiğim bu ilk baharımsı günde, yine elbette aklımda sen vardın..sensiz geçecek ilk yaz.
yakında yanına geleceğim, sana sarılıp biraz uzanacağım ve bu bir avuntu olmaktan çok uzak.

cumartesi bir kaç saat bahçeyi temizledim. insanı iyileştiren bir etkisi var hakkaten bu bağ bahçe işlerinin. "bahçıvanman"ın bunca neşeli bir kimse olmasına şaşmamak gerek..

2 sene evvel diktiğim laleler yine çıkıyorlar. bir de ankara'da yetişmez diyorlardı..
eğer paşa onların soğanlarını yemeye çalışmazsa 1 ay sonra yine çok güzel lalelerim olacak tahmin ediyorum..

kimseyle görüşmez olmamın sebebini buldum; tüm insanlık ilişkileri içerisinde bir miktar tahammül gerektiriyor. az ya da çok, ama muhakkak tahammüllü olmak gerekiyor. ben tahammül etmem gereken insanları görmeye mecbur olduklarım ile sınırladım. bunlar iş ve ev insanları olarak standart. geri kalanlar ise, yani şimdiye kadar sevdiğimden görüştüğüm ve aynı sebeple tahammülde ettiklerim ve görmeye mecbur olmadıklarım. onları artık görmüyorum.
bu "artık" zamanlaması f.'den sonra olarak belirlenebilir sanıyorum. kimseye tahammül etmek istemiyorum, az ya da çok. sevdiğim için göstermem gereken o sabır yerine "seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli"ne geçiş yaptım. hepsini hala seviyor olabilirim, ama bu tahammül gerçeğini değiştirmiyor. bir çeşit tükeniş bu. bir zaman dilimi.
bahar gelecek, sıcak olacak ve belki geçecek.. belki.
sonra, belki ben de n. kadar şanslı olur ve geri döndüğümde onları oldukları yerde, dönülebilecek bir yerde bulurum, belki de bulamam, ozaman da canları sağolsun derim..

8 Mart Kadınlar gününün tatil edilmesi gerektiğini söyleyen ve bunun için hepimiz adına yürümüş olan tüm kadınları tebrik ediyor, gönülden destekliyorum. bence de tatil edilmeli. hatta bununla kalınmamalı, "1. mensturasyon günü"de tatil edilmeli, önümüzdeki 8 Mart'ta yürürken bunu da eklerlerse çok memnun olucam..

son olarak; haftasonu
quantum of solace, the reader ve choke izledim.

efedim, quantum of solace son model bir james bond filmi. halâ james bond'dan ikrah gelmemiş ve omurilikten film izlemek isteyen sinema seyircisi için muhteşem bir aksiyon. içerisinde pek çok saçmasapan öğe barındıran (bir taka ile 100.000$ civarı eden sürat motorlarını haşamat etmek, alfa romeo ile aston martin yakalamak gibi) ama öte yandan "olmaz öyle şey" demeden izlerseniz de gayet keyif verecek denebilir. aksiyon manyağı etmişler hem kendilerini hem de izleyenlerini. bravo..




choke bana g.'nin söylediği gibi "berbat" gelmedi, hatta gayet eğlene seve izledim. izlediğim pek çok başka filmden güzel buldum. elbette chuck palahniuk okunduğunda bambaşka bir adam ama filmde hiç fena değildi bence. kitaptan uyarlanan filmlerin kaderi sağlam okurları tarafından kötü eleştirilmek sanırım, aksine pek rastlamıyorum.. internette bi kaç yerde "its all about getting laid" tarzı yorumlar okudum ki, bu filmden çıkarımı "yatağa karı atmak" olan sığ insan evlatlarını ayrı bir merkezde tebrik etmek isterim. kitaptan da, filmden de böyle bir sonuca varabilmek için üzerine bir kaç salise düşünüp "hmm sevişiyorlar, demek film seks ile ilgili" sonucuna varmak lazım, o bile zor. neyse, kitap zaten harikaydı ona diyecek bir şey yok bu bağlamda filmin senaryosundan gayet memnunum, öte yandan ironiden anlamayan neslea aşina değilim. alttan alta, sorguladığı ve söylediği bu kadar çok şey varken bu filme "sevişme sahneleri olmasa sıkıcı olurdu" yorumunun yapılabilmesine (kitap hiç okunmamış bile zaten) şaşırmamak lazım belki de. alışılmış hollywood dövüş-tepiş-seviş, en kahraman amerikan askeri temasından uzak olunca beğenilmemesi normal diyerek geçmek lazım herhalde. bu hususta, kitabı okuyup filmi eksik bulup bu sebeple eleştirenleri tenzih etmek lazım tabi..


the reader'a gelince, "gelinsin" demek istiyorum. filmin ilk kısmından sıkıldı h. ama ben hiç bir yerinden sıkılmadım. şaşırtıcı bir karakter olmuş kate winslet, bu şaşırtıcı karakteri ile de altın küre almış. kelimeler ile tasvir etmek zor, okadar "düz"ki, başka bir kelime bile bulamıyorum anlatmak için. düşüncesi, hareketleri, yaşantısı "düz" işte, hiçbir derinliği olmayan ve aramayan bir kadın. filmin ilk kısmının çok uzun tutulduğu iddiaları var ki bu düzlüğü anlamanın/anlatmanın başka bir yolu yok bence. "neden"leri ve bu kafada oluşan "neden?" sorularına cevap alabiliyorsunuz o ilk bölüm sayesinde. mahkeme sahneleri muhteşemdi hakkaten. neyse ben çok beğendim, en çok bunu beğendim izlediklerim içinde.

bu vesile ile bir haftasonunun daha sonuna geldik, hafta başladı. her hafta aynı "yoksa bu hafta bitmeyecek mi" paniğini yaşıyorum ama bitiyor çok şükür. bu da biter herhalde..

Hiç yorum yok: