16 Mart 2009 Pazartesi

haftasonu hava dengesizliği, varoşların hintlisi ve pazartesi sabahının olmaz olması hk.

Sayın Yetkili,

bir haftanın daha sonuna, bir diğerinin başına, ömrümün yeni bir pazartesi sabahına girdiğimiz, hatta saati 4 ettiğimiz ve bunu müteakip işten çıkmamıza 2.5 saat kalmasını yurtta ve tüm dünyada kutlamakta olduğumuz şu esnada, adi balkanlardan gelmekte olduğunu tahmin ettiğim yeni bir soğuk hava dalgasının etkisi ile ruh halim de dalgalanmakta, iki güneş görerek kendisine gelmekte olan bilincim yeniden depresyonun karanlık sularına doğru çekilmekte ve bana hay amına koim dedirtmekte..

aslında bu özet yeterli diyerek yazıma tek cümle, uzun bir paragraf ile yapmış olduğum girişle yetinebilir, gelişme ve sonucu ise yapmış olduğum iyi ortaya vurulacak gol hamlesini yapacak kişiye devredebilirim. ama öyle yapmayacağım.

cumartesi sabahı önce ingilterenin puslu havalarına benzediğini tahmin ettiğim, çünkü bizzat kendi gözümle hiç ingiltere puslu havası görmediğim ama her yerde bahsini işittiğim bir hava ile karşılaştım. akabinde bildiğiniz yaz güneşi çıktı, oley derken kar yağdı, derken tekrar güneş çıktı kar eridi falan filan. hava bi tuhaf olmuş. ben de oldum.

sonra, pazar sabahı da diz boyu kar vardı.

yani bahar geldi sevincine her sene olduğu gibi bu sene de erken kapılmış olmamızın sonucunda boyumuzun ölçüsünü aldık. geçen seneden bu yana uzamamışız, bunu anladık.

uzundur izlemek isteyip izleyemediğim, vaktinde başlayıp yarım bırakmış olduğum muhteşem çizgifilm Avatar'ın "water" sezonunu bitirdim. çok güzeldi hakkaten. eksik bölümler vardı içlerinde, onları da en kısa zamanda tamamlayacağım.. neyse, su bükme konusunda kafamda herhangi bir soru işareti kalmadı..

bu haftasonunun diğer izleme aktivitesi ise şanı almış yürümüş olan "slumdog millionnaire" idi.
güzel filmmiş hakkaten. hintliler beğenmemiş, okadar fakir miyiz ulan biz demiş. filme bakınca düşünüyor insan, değilseniz bunlar kim? buralar nereler? hani tabi şöle bi durum var, öyle bir istanbul çekersin ki, gören bir tane karaçarşafsız kadın yok, herkes sefalet içerisinde sürünüyor ve iq seviyeleri hususunda çeşitli vidyolar izlemiş olduğumuz, üçgenin kaç kenarı olduğunu bilemeyen amerikalılar gibi ülke genelinde deve ile seyahat ediyoruz filan zanneder. belki de hindistan'ın da başına gelen budur, bundan yakınıyorlardır bilemiyorum. şimdi bu film hindistan turizmine vurulmuş bir balta, üzerine çalınmış bir kara mıdır? bence değildir. Esasen aklımızdaki hindistan imgesinden çok da uzak bir görsel de değildir. filmin hikayesine diyecek yok, senaryo konusunda beni gayet memnun etti. yani memnun etti derken, şok etmedi, hayretlere gark etmedi, havalara uçurmadı ama güzeldi. (zaten galiba artık öyle bir beklenti ile film de izlemiyoruz. "sıkılmasam yeter"e indirgenmiş beklenti seviyesi ile nerdeyse izlediğim her filme güzel der oldum.. ) çocukluk hallerini bilhassa çok beğendim. "polisten kaçan piçler" kısmının çok güzel çekildiğini düşündüm. bir aşk hikayesi anlatıyor olmasına rağmen, hissettirmeden anlatmış olmasını sevdim. velhasıl güzel olmuş, afferin. :)

bu güzel film üzerine bir de lüzumsuzluk yapıp "nasolsa var" diyerek recep ivedik 2'yi de izleyeyim dedim. aslında mısırı patlatmış bulundum, bi tane "omurilikten" izlenecek film lazımdı, hadi onu açayım dedim. allah belamı versin diyerek hislerimi açıklayabilirim. avamdı, bayağıydı onları geçiyorum, onlar beklediklerimdi. ama bunun yanı sıra, misal insan küfüre de gülebilir, zekice en azından 1 adet espri olur anımsarsın filan di mi? hiç bir şey yoktu. komik hiç bir şey, ilginç hiçbir şey, ayılar hakkında sosyolojik gözlem yapayım desen o bile yoktu. daha kötü bir türk filmi izlediğimi hatırlamıyorum. gerçekten, düşünüyorum, aklıma gelmiyor. ben ki türk filmi izler bi insanım, buna yaklaşabilecek bir kötülükte film bile hatırlamıyorum. her şey bundan iyi olabilir diyerek sözlerime son vereyim.

vermeyeyim. başka bişey söylemek istiyorum. halkı anlamaya çalışacak değilim. çok uzun zaman önce bıraktım onları kendi hallerine. melih gökçek yine belediye başkanı seçilecek aha buraya yazıyorum, recep ivedik'i de sevebilir, beğenebilirler. ama esas bir mana veremediğim köşe yazarlarıdır. "itiraf ediyorum, recep ivedik'i beğendim" yazmış bir köşe yazarı okudum. okudum derken bu kadarını okudum, yetti bana. bir kısmı izlemiş, beğenmiş, itiraf edememiş, bir kısmı itiraf da etmiş, çok gülmüş. nasıl oluyor yahu? nasıl oluyor da bu memleketin okumuş-yazmış insanı beğenebiliyor bu filmi? bunu sorgulamak çok mu abes? zevkler ve renkler mi? yoksa zeka pırıltıları mı? tartışmamak mı lazım bunu? günlük hayatta var olan bunca recep ivedik arasında yaşamıyor mu bu insanlar? kızılay'da karşıdan elini cebine sokmuş, oynaya oynaya gelen adamları gördüklerinde de ahahahahahahaha ne komik mi diyorlar? şunu da eklemezsem çatlarım, bence zohan da bir okadar kötü, izlenmez ve komik olmaktan çoook uzak.

İnsan film izleyip canını sıkar mı, ben sıktım.
Bi de ring'i izlediğimde bu hisse kapılmıştım. "Manyak mıyım ben hem para veriyorum hem gece gözüme uyku girmiyor bu yüzden" diyerek..

Bunun dışında; babanne poğaçası (maydonoz ve beyaz peynirli) ve fındıklı-çikolatalı kek yaptım. Bakery dalından ürünler vermeye devam ediyorum. Poğaça konusunda biraz daha çalışmam lazım. ama belki de çalışmam. Yedik bitti bile..

Ve işte, muhteşem kayganlıkta ve beyazlıktaki çarşaflarım ile tüy gibi hafif lakin soba gibi sıcak yorganımın arasından sıyrılarak işe geldim. Yine bir pazartesi, dışarıda hayvan gibi kar yağıyor olmasına hiç bir mana veremiyorum. Belki halk bunu da komik buluyordur. Ben bulmuyorum.

1 yorum:

Molli Elf dedi ki...

"itiraf ediyorum, recep ivedik'i beğendim" köşe yazısını ben de okuduğumda gözlerim faltaşı gibi açıldı ve senin yorumunu da okuyunca sevindim ne yalan söyleyeyim :)