30 Mart 2013 Cumartesi

l'arc en ciel




Takılıp kaldık şarkıya -şimdi burası çok kalabalık, hiç sorma-
kafamın içinde geçen konuşmaları yakalamakta güçlük çektiğim oluyor, lütfen sessizlik diye bağırmanın bir faydası olmadığından sadece trafikerlik yapıp konuşmaları bir sıraya sokmaya çalışıyorum.
çok fazla düşünce var ve tam anlamıyla "irrelevant"
üniversitede bir sınav kağıdımın üzerinde kocaman kırmızı harflerle yazıyordu

IRRELEVANT
"yes, i am" cevabı yeterliydi.
"still i am" de öyle.

bir hikayeden bahsediyoruz bu günlerde.
önceleri masal diyordum ama daha fazla hikaye gibi gelmeye başladı.
artık masal değil yani.
dünyevi şeyler karıştı içine, büyü gitti, tozu bile kalmadı geriye.
onun yerine gerçekler geldi kirli elleriyle.
şimdi bir sis tabakası, ankarada taş kömürüne izin verildiği günlerde havanın ciğerlere bıraktığı o kurum kokulu nefesler gibi çirkin bir soluk alıp verme çabası.
başlayamayan bir hikayenin bitememe sorunu üzerine konuşuyoruz.

bir yere gitmek üzere çıkılmamış bir yoldan,varmadan dönüyor olmamız da normaldir belki.

ben şöyle hatırlıyorum..
kapıyı çaldım, gülümseyerek açtı.
orada unutmuş olduğum ya da unuttuğumu sandığım bir şeyler vardı ve bu sıklıkla oluyordu.
yanıma almadığım şeyleri aldım zannedip insanları saatlerce aratıyordum.
ya da bazen yanıma aldığım şeyi kaybedip..
mahcuptum aslında, yapışkan bir profil çiziyorum korkusuyla özür dileyerek girdim içeri.
uyumak istiyordu, zaten oradan topluca kalkmamızın sebebi de buydu, uyuyacaktı ve ben buna bi türlü müsade etmiyordum. oradan ayrılmadan önce kaybettiğim bir şeyi dakikalarca aramıştık ve kısa bir süre sonra başka bir şey aramak için geri dönmüştüm.
sanıyorum toplam süre 2 dakika kadardı ve almam gerekli şeyi bulup -çok şükür- oradan çıktım.
o 2 dakika içerisinde kafamdan okadar çok şey geçti ki, yatağıma yattığımda uyuyamadım.
kendi kendine "saçmalama" demenin bir faydası olsaydı eğer, ben şimdi çok başka yerlerde olabilirdim,
olamadım.

telefonu elime aldım ve aklımdan geçen ilk şeyi yazdım
"ben sana aşık oldum"
sonra sildim.
biraz bekledim.
kalbimin daha sakin bir ritme dönmesini bekledim.
başka şeyler düşünmeye çalıştım.
şunu düşünerek kendimi vazgeçirebildim: ya ağzıma sıçarsa bunu söylediğim için?
bu hayatımda hiç başıma gelmemişti ama aynı zamanda ortada ne fol ne yumurta varken birine gidip "ben sana aşık oldum" dediğim de olmamıştı.
bu ihtimalle nasıl olduysa kendimi korkutmayı başararak durdum.
sonra
bir başka gece, yatağımın üzerinde otururken telefon çaldı.
"gelsene" diyordu.
"gitsem" mi diye hiç düşündüğümü sanmıyorum, sadece şaşkındım.
şaşkınlığım gittikten sonra da devam etti.

"Aşık oldum" diyeceğimi sandığım gece bile sadece bir ışık görmüş ve peşine düşmeye değer olduğunu düşünmüştüm.. tünelin sonundaki ışık..
çıkış mı? trenin farları mı? diye sormaya hiç gerek duymadan..
sonra gidemedim.
tünelin sonunda 6 yaşında bir kız çocuğu el sallıyordu çünkü.
güzel bir gülümsemesi olan, sarı saçlı küçük bir kız..
ben de ona el salladım ve yatağıma döndüm

tüneli ve ışığı unuttum.
 
"gelsene" dedikten on dakika sonra oradaydım.
korkmuştum ama korkumun onunla bir ilgisi yoktu, aslında tam olarak neden korktuğumdan emin değildim. büyük ihtimalle korktuğum  kendimdi ve her zamanki gibi başıma geldim.

biraz sonra,
o "ışık" adını verdiğim rengarenk dünyanın içine girdim.
çok fazla renk vardı gerçekten ve birleştiklerinde ortaya çıkan beyaz daha evvel dünya üzerinde rastlamadığım bir huzura denk geliyordu.

kalp çarpıntılarını da sırt ağrılarını da geçiren,
iç sıkıntılarını ve gerçek dünyayı unutturan.
gözlerinin içindeki gülümseme ve parlaklıktan, etrafa yaydığı sıcaklıktan, anlattığı hikayelerden etkilenmemenin imkanı yoktu.
 

güzeldi.
her şeyiyle güzel bir insan görmeyeli ne kadar zaman olmuştu peki?

işte o gün masal başladı.

yani hikayemiz masal olarak başladı.

şimdi hiç bir masala benzemeyen, yine de bana "bir derdim var bin dermana değişmem" duygusunu yeniden yaşatan bu hikayenin belki başı bu. 

belki de henüz başlamadı.

Hiç yorum yok: