21 Haziran 2010 Pazartesi

fiko bunu oku..

bir en son seninle çekilen fotoğraflarıma bakıyorum, 2 sene olacak nerdeyse..
bir ondan sonra çekilen fotoğraflarıma bakıyorum, geçen 1.5 sene içerisinde..
büyümüş müyüm, yaşlanmış mıyım, çökmüş müyüm ne olmuş bilmiyorum ama bir şey olmuş, o kesin..
gözümdeki ışıltı, saçımdaki parıltı, yüzümdeki ifade.. 
bir şeyler olmuş bana.
bir şeyler oldu, hemen senden sonra. 
böyle arabeske bağlayıp, "sen gidince ben cama çöktüm, yağmura baktım, ak düştü saçlarıma dert girdi yıllarıma" yapmak istemiyorum ama harbiden canım çok sıkıldı fiko, baya bildiğin yaşlanmışım şu kadar zamanda. 
zaten bildiğin üzere yaşlanmak konusunda fena halde takıntı sahibiydim, hatta sana "yaşlanmadan ölmem lazım" dediğimde, ellerini arkana bağlayıp, vücudunu hafifçe öne eğip, dedeler gibi yürüyerek gülerdin.. 
sigarayı az iç dediğim zamansa nasolsa genç ölücez derdin..
beklenti bu şekildeydi sanki, hızlı yaşayıp genç ölmek.. 
sonra her şey birden yavaşladı, 
aniden..
sonra ben yavaş yaşayıp geç ölecek gibi oldum ama kısa sürede yaşlanıverdim, kendime baktım uyuz oldum..sense durdun, artık hiç yaşlanmıyorsun..

geçer mi peki bana söylesene?
genç olabilir miyim yeniden?
hala küçük gösterdiğimi söyledikleri için sevinemiyorum.
şimdi 29 oldum, 25 gösteriyorsun diyorlar ama 25ken 19 sanıyorlardı.. bu böyle mi devam ediyor?
"yaşlılığın en trajik yanı diyor" oscar wilde "vücut yaşlanırken ruhun genç kalmasıdır", bunun ne kadar doğru olduğunu şimdilerde çok iyi anlıyorum.
bir gün "eğlenecek mecalim yok" ya da "bizden geçti" lafının benim ağzımdan çıkacağına inanır mıydın?
"16 yaşındaki ingiliz piçleri gibisin" dediğin s.'nin son halini görsen şaşırırdın, eminim..

yine de fotoğraflarımıza bakmak bana iyi geliyor, uzun zamandır hissetmediğim bir şeyleri hatırlatıyor bana, üzerine yapışan yüzlerce kelebek, başının üzerinden geçen binlerce renkli balon, metrelerce yüksekten hiç korkmadan aşağı düşmek ya da kilometrelerce yukarı zıplamak gibi.. hava ile ilişkili, uçan, kaçıcı, silinebilen bir hissi..aşk gibi bir hissi hatırlatıyor.. aşk gibi ya da ta kendisini.

kulaklıklarımı taktım, burası benim iş yerim, ben senin bildiğin s., başka bir yüzüm var, biraz eskimiş, yıpranma payı diyelim, hızlı yaşamayı becerip genç ölmekten sınıfta kalmak..kulaklıklarımı taktım, beyaz bir bilgisayarım ve beyaz kulaklıklarım, güzel bir ofisim var, hava çok sıcak, senin cennetin şu an cehennem gibi yanıyor, denizinde sen olmayan bir cehennem gibi, üzerinde çığlık çığlığa eğlenen bir sen olmayan.. ankara her zamanki gibi içerisinden kaçmak isteyen bir s. ile yanıyor..yanıyoruz velhasıl, henüz haziran'ın ortasındayız..cuma geliyorum yanına, akşam üzeri toprağın kenarına oturup, çam gölgesinde seninle bir monolog daha kurmayı planlıyorum, uzundur yaptığım gibi.. bir kaç sigara içimi, yeni bir kaç çiçek belki, kuşlar için taze su, sana savrulacak yeni bir kaç hasret dolu küfür ile birlikte gelmeye hazırlanıyorum.. 

artık sana baktığımda ilk zamanlardaki kadar cayır cayır yanmıyor içim, daha sakin, daha özlemli, daha sindirmiş gibiyim. bu blog sayesinde kendimin ölüme alışma sürecini izledim, ilk başta canlıyken ölüyormuşsun gibi yaşadığın halden şu zamana kadar gelişimi izledim. değişmeyen bir tek şey var o da şu ki her o fotoğraflara baktığımda seni kadar çok sevdiğimi ve beraber ne kadar mutlu olduğumuzu düşünmem.. seninle mutlu olmayı özledim..


Hiç yorum yok: