24 Mayıs 2009 Pazar

geçti bor'un pazarı


şimdi bir pazar akşamı, evimin dağınık salonunda kucağıma s.nin deyişiyle lektokumu almış oturuyorum. dolaptan miller aldım, buz gibi çok şükür, sigara yaktım, ev kokmasın diye mum yaktım, önce elle dergisinden parlak fotoğraflara baktım, metro fm'in çaldığı saçma konser hitleri eşliğinde bi yandan da tv'ye göz gezdiriyorum arada sesi kapalı olarak. karşıma çıkanlar "gerçek kriz gündemi", "kürt sorunu nasıl çözülür" gibi.. burdan şunu anladım, bir kısım insanlar düzenli olarak pazar akşamları toplanıp "kürt sorununu nasıl çözsek" diye konuşuyor, bir diğer kısım bunu dinliyor olmalı ki bu programlar devam ediyor ve öte yandan kürtler bu akşam ne yapıyor acaba? keşke miller içip elle dergisine baksalar ozaman kürt sorunu kalmaz desem beni "sığ" diye taşlarlar biliyorum o yüzden işim olmaz tartışma programı ile filan.. bir de bu tartışma programlarının en boktan yanı benim tartışacaklarımı tartışamıyor ancak o amcaların fikirlerini/dayatmalarını dinlemek zorunda kalıyor olmamdır, bu sebeple altta çıkan "kürt sorununu çözmesek de yanında mı yatsak" vari yazılar ile o çok ciddi adamların görüntüsü yeterli. eskiden trt kapalı olduğunda çıkan bi "necefli maşrapa" vardı, o çıksa ona da bakarım aynı kayıtsızlık ile, sorun değil..

öte yandan, ne zamandır bakamadığım bb'nin bloguna bakıyorum ve "dost kazığı" başlıklı yazısı çıkyor karşıma. tesadüf olsa gerek. ya da dost kazığının evrenselliği :) belki de kimsenin kimseye kazık attığı filan yok. beklentiler ve sonuçları üzerine bizim yorumumuz bunun "kazık" olduğundan yana. diğer insanlara anlattığımızda onlardan aldığımız "evet kazık bu" yorumları da çok manasız ve dışarlak. ilişki dinamiği çok "iki kişilik" ve her üçüncü kişi kendi kısıtlı bilgisi ve olaya bağlı yorumu ile yanlış kalıyor. kazık atıldığını hisseden tarafın can yanmasına verdiği isim bu aslında, dost dediğimiz ve kazık atan kişi ise sadece "kendisi" oluyor, görmek istemediğimiz/görmeyi reddettiğimiz biçimde, belki de başkalarına bu şekilde davrandığına defalarca rastladığımız, sadece başımıza gelmeyeceğine tuhaf bi inanç geliştirdiğimiz bir halde, ama aslında olduğu gibi, kendisi gibi davranıyor. yani bizim sevdiğimizi iddia ettiğimiz ya da kendisi için seviyor olmamız gerektiği gibi.

yani demek istediğim şu, bir insanı kendisi olduğu için suçlamak kadar yorucu ve saçma bir şey yok. beğenmeyenin deveyi gütmeye çabalamak yerine kendi eşşeğini sürmesinden yanayım..
nitekim ben niğde'yi de geçtim, uzun ince bir yoldayım :)

bunun dışında kriz gündemi ile bu elle dergisi birbirine çok zıt dünyalardan sesleniyor. yani diyorum ki dergi krizi teğet geçen insanlar için hazırlanmış olsa gerek ki hangi ayakkabıyı beğensem minimum 500$ fiyat biçilmiş.. demek birileri alıyor. ya da dergi alıp ağız suyu akıtmak üzeri bir sistem ile kurulmuş. kadınlar bundan zevk alıyor olabilir mi? satın alamayacakları pahada güzelliklere bakıp bir gün kendilerinin olabileceği hayali ile yaşamak? bu mudur? şunu biliyorum, bir gün yanlışlıkla bunların arasından canımı yakacak denli beğendiğim bir şey çıkarsa bir ay aç gezme pahasına gider onu alırım. belki de esas hedef kitle benim "sazan avı" :) bu dergi benim gibiler için tehlikeli.

bugünün filmi "meet dave" oldu. dünyanın en saçma filmlerinde derece alabilecek olan bu eddie murphy filmi beni kahkahalarla güldürdü. bir yandan ütü yapıyor olduğumu da hesaba katarsak benden "şahane filmmiş" filan gibi bir yorum çıkması mümkün çünkü eziyeti yarıya indirdi, en azından buhar suratıma suratıma çarparken aklımı gömleğin kırışığından uzaylıların ibne danslarına çekebildi :)

akşam ise yine bb'nin blogunda karşıma çıkan barcelona'yı izlemeyi düşünüyorum ve sanırım çok memnun da kalacağım..

ayrıca, gossip girl'in 2. sezon 15. bölümünü de izledim bugün ve yarın gidip gerisini indireceğim. dalavere konusunda henüz 17 yaşında olan bu insan evlatlarının yalan rüzgarını kilise korosu gibi bırakabilecek gücüne hayranım. kimin eli kimin cebinde kalmış gerçekten hiç belli değil. benim bundan zevk alıyor oluşuma haince ve beni bilirce gülümseyen dostlarıma ise selam ederim :)

metro fm kafama christina aguilera vuruyor. I love to love you beybeee'miş..
bravo.
sezen abla da "aşka aşığım ben" diyordu, o buna nazaran ne kadar ulvi geliyordu di mi :)

yarının pazartesi olmasının dayanılmaz ağırlığının peşi sıra beni yine 4 gün sonra bekleyen marmaris semalarının dayanılmaz hafifliği (şimdiden) sarıyor. paşa'yı gezdirirken ıslık çalıyorum bu bilinçle, yine mutluyum.. şükraaaaaan!





1 yorum:

Adsız dedi ki...

sevgili shadowboxer, 'dost kazığı' muhabbetine kattığın yoruma bakınca söylediğin açıdan düşünmeye çalıştım.ve evet mantıklı geliyor.bazı beklentiler ve sonra onların olmaması,fos çıkmasına bu adı veriyor olabiliriz.ya da dediğin gibi o kişi sadece'kendisi' ama biz bunu kabullenemiyoruz,isim takmaya çalışıyoruz.ama işte işin bir de duygusal yanı var ki,şikayetim bundan yana.gerçekçi düşünmek bazen zor oluyor.bunu da zamanla halledebilmeyi hayal ediyorum.

sevgiler.