22 Mayıs 2009 Cuma

frida frida..

günlerden olmuş cuma, üstelik mayıs ayı da bitmek üzere ama yağmur çamur bir türlü bitmiyor. öyle gök gürledi ki iki gündür "gürlemek" ancak bu kadar güzel pratik edilebilirdi.
camlar kapılar yerinden oynadı, alarmlar çaldı..

dün gece sevgili dostum b. dedikodu güncellemesini müteakip bana muhteşem bir film izletti. birlikte yakalanmış olduğumuz kötü film çakrasından kurtulduk, yerini süperinden filmler aldı.

yani hepsi değil elbette, "X:Men Wolverine"i izlemek üzere sinemaya gitmek malca bir hareketmiş. tamam işte koşturdular, kovaladılar, Wolverine'in tırnaklarını cilalayıp parlattılar, şahanesinden "dark" olacak bir filmde "wolverine meğer vietnam'da askermiş", "pearl harbor'da en önde koşmuş" gibi saçmasapan detayları bize geriden dayadılar ve ekşın ekşın ekşın.. "lanet olası holivud" diyip çıktık mecburen napalım :) sıkılmadık neticede ama filmden de bana kalan bu "şafak sayan asker wolverine'e yol verin" benzeri slogan oldu..

neyse, dediğim gibi dün akşam şahane bir film izleyerek kötü film çakrasından tamamen kurtulmuş olduğumuza inandım. bunca zamandır ne akla hizmet izlemedim ben bu filmi bilmiyorum.

Bahsetmekte olduğum film Frida. Bu kadar etkilenmemin sebebi, Diego'ya duyduğu o acayip aşk mı, Frida'nın inanılmaz güçlü karakteri mi, yaptığı resimlerin kuvveti mi bilmiyorum, her şekilde filmin çok başarılı çekildiğini, hatta anlatılabilecek en güzel şekilde meramını anlatmış olduğunu ve yansıtmak istediği hissi çaaaaaat diye kafana vurduğu aşikar. Öncelikle Barbara Mujica'nın yazdığı Frida Kahlo isimli romanı okumuştum. Kız kardeşinin ağzından (o en büyük aşk Diego'nun kendisini aldattığı kız kardeşin ağzından) yazılmış ve oldukça başarılı bir romandı. Ozaman düşündüğüm artık resimlerine baktığımda o tek kaşlı esmer kadının gözüme hiç de çirkin görünmediği olmuştu. Yaptığı resimler de hikayesi ile birlikte gözümde bir anlam kazanmış hatta anlam kazanmakla kalmayıp basbayağı içime kazınmıştı. Sonra dün akşam filmi izlerken kafamdakiler ile çok da örtüşen bir takım karelere ek olarak çok daha fazlasını edinme şansım oldu. Aslında ne kadar anlatmaya çalışsam az. Frida'yı sevmekten öte, filmi çok sevdim, iyiki izledim, sağolsun B.


bu da filmin en sevdiğim sahnesiydi diyebilirim. Frida'nın tüm hareketleri (ve tabii Selma Hayek'in tartışmasız başarılı rol yeteneği sayesinde) sonrasında bu dansın kadın kadına yapılması gerektiği sonucuna vardım :) okadar seksilerdi ki, b. "Diego'yu tavladı" dediğinde ister istemez "valla beni de tavladı" dedim ve ciddiydim.. dansın kendi güzelliği, kadınların ikisinin de güzelliği ve hareketlerindeki sertlik / yumuşaklık dengesi beni benden aldı. bir erkek ile dans ediyor olsaydı bu bahsi geçen denge de olmayacaktı sanki..


velhasıl-ı kelam, mest etti beni Frida..Derhal Meksika'ya gitmek, şimdi müze olan evini gezmek, hayatı boyunca sakat kalmasına sebep olan ve şimdi orada sergilenen otobüsü görmek, aşk mektuplarına bakmak ve daha yakından hissetmek istedim. Ama malum domuz gribi var, sanırım bir süre bu planı erteleyeceğim :)

şimdi bu filmin devamının da benzeri güzellikte filmler ile gelmesini temenni ediyorum, nitekim haftasonumu yeni indirdiğim filmlere adamak gibi bi hayale sahibim..

2 yorum:

Adsız dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
shadowboxer dedi ki...

kim ki duk eski bir dosttan duyduğum ama bir türlü izleyemediğim bi insan olarak "izlenecekler" listesinde yerini çoktan aldı, umarım en kısa zamanda..

böyle aşkların "günümüzde" olmamasına gelince, bunu "evrim"e bağlıyorum ben. hem kişisel hem de toplumsal evrimleşme sürecinde, "tecrübe kalpte kalan izdir" ise; böyle aşkların artık olmaması normaldir de sanki..