6 Mayıs 2010 Perşembe

do you remember?

bazı şarkılar var, o kadar eski bir zamana ait ki ne zamana ait olduklarını hatırlamıyorum, sadece ilk notasından itibaren eski gibi kokuyorlar..


bir de bazı kokular.. daha yanından geçerken eski bir şarkı gibi geliyorlar ..


bu hafızadan bağımsız hatırlamalar yoruyor insanı aslında. unuttuğun bütünün unutamadığın parçaları onlar. dolaba kaldırdığın puzzle'ların halıda unutulmuş parçaları. eline aldığında hangi puzzle olduğunu hatırlayamadığın bir parçanın o puzzle'ın neresine ait olduğunu bulmaya çalışmak gibi. ve tuhaf bir acı hissi var doktor bey, acı mı desem yanma mı bilemiyorum şimdi. beyin karnı tetikliyor, karın aklı..oysa unutmuştuk değil mi, unutmuştuk ve unuturken unuttuğumuzun farkına varmamıştık, zaten farkındalık unutmanın tabiatına ters, unutmak ise benim tabiatıma. florasını siktiğimin beyni unutmak konusunda bir tuhaf malesef.. 
unutmamıştır muhakkak o, masaüstünde kullanılmayan simgeler var demiştir bir noktada bir dürtü, "evet"e basıp geçmişizdir, onlar da bilmediğimiz bir klasörde saklanıyordur bir gün bir şarkı çalsın da hepsi yerinden çıksın diye. ne de güzel anlattım tasvirimi sikeyim, bilgisayar ağızlı bir insan oldum çıktım. yakında kendi kendime çift tıklamak suretiylebu sorunu da çözmeyi planlıyorum.


kendimi dünyevi menfaatlere adayalı baya uzun zaman oldu, dün akşam bunun hayalperestlikten kaynaklandığı kanaatine varmış bulunuyorum. kendime habire bir takım sebepler ya da bahaneler (ne demek isterseniz doktor bey) bulmadan yaşayamıyorum. yaşamak dediğim yaşamam konusunda diretilendir elbette, yaşamak istediklerim ise hayal, bende bu cümlenin gizli ibne öznesi oluyorum. yine de şu sıralar bulabildiğim yegane açıklama bu olduğundan bu fikre 2 el ve bir yürekle sarılıyorum, mecburum doktor bey eminim anlıyorsunuzdur nitekim size bu sıfatı bedavaya vermiyorlar onca sene asosyal olmak pahasına it gibi okuyorsunuz demekki siz de hayalperestsiniz, hayallerinizin ise en süslü noktasında "profesör" sıfatı yer alıyor olsa gerek, yalnız bilmem bilir misiniz bu sıfatı bir kokoreççi de taşıyor, çok da güzel kokoreç yapıyor. 
konuyu dağıttım, huyum da kurumadı gitti. ciddiyet beni bir noktada ışık hızı ile terk ediyor. ne diyordum? evet, hayaller.. o hayallere kavuşabilmenin yolunun bugün domalıp yarın doğrulmak olduğuna birileri beni inandırdı. bende hayal kurmadığım takdirde bu hayata dayanamayacağımın artık farkındayım. havuca doğru yürüyen eşşeği biliyorsunuzdur, hikayenin sonunda eşşek havuca varamadan ölür ama o kısım önemli değil, önemli olan yürümek. hem belki bir gün varırız değil mi?


aslında durum bu kadar kötü değil, en azından kendime makul bir limit koydum, önümüzdeki 6 sene içerisinde varmak istediğim yere varamazsam varmaya çalışmaktan vazgeçmeye kesin olarak karar verdim. kesin olarak karar verdiğim pek çok şeyi uygulayamamış olduğumun bende farkındayım ancak bunu kanun hükmünde kararname kabilinden hayatıma alıyorum. 


her şey benim istediğim gibi olsun istemesem çoktan varmış olurdum aslında oraya biliyorum, ama o zamanda mutlu olamazdım artık bunu da iyice anlıyorum. yani hem canım cennette olucak hem.. terbiyesizleşmeden duruyorum..


ve son olarak, beni benden iyi kandıracak bir eş bulabilirsem onunla derhal çiftleşmeyi planlıyorum. hatta üreyebilirim bile, o derece doktor bey, o derece kana kana kanasım var..katıla katıla gülerken katılıp kalmak gibi.. remember?

3 yorum:

Selim Isik dedi ki...

Güzel yazı. Çok sıkıldığım, sinirli olduğum bu günlerde beni güldürdü. Ama gülerken de lan çok mu yersiz yersiz gülüyorum acaba diye düşündüm durdum. Sinirli bir mizah bu sonuçta. Hayaller ile gerçekler arasında sıkışan insan evladının siniri sinmiş yazının her tarafına.

Özetle güzel yazı. Epeydir de karşılaşmıyorduk sanal alemde. Güzel oldu bu. Fırsat bu fırsat Kahirede 40 derece sıcaktan merhaba sana.

shadowboxer dedi ki...

"Hayaller ile gerçekler arasında sıkışan insan evladının siniri sinmiş" haklısın. "sin"miş ;)

by the way, seni yeniden gördüğüme sevindim, kahire'de bile olsan..

bOz dedi ki...

no i don't