7 Ocak 2010 Perşembe

Kış Uykusundaki belleklere..


Esasen Ocak 2007’de almışım ama, okumaya başlamam Kasım 2008 olmuş..

Bazen böyle oluyor, alıyorum ve zamanı gelsin diye bekliyorum bir kitap için. Aslında okuduğumda seveceğimi bildiğim, muhtemelen içeriği hakkında malumatım olan kitaplar oluyor aldıklarım, genelde adına bakarak kitap seçmiyorum (bunu da yaptığım oluyor elbette ama) yine de aldıktan sonra hemen başlayasım gelmiyor işte, 2 sene raftan bana bakanlar olabiliyor bu sebeple..

Geçen kış, belleği kış uykusuna yatırmak için doğru zaman değilmiş demekki, bu kış başında “okunmayı bekleyenler” rafına bakarken sonunda elim uzandı.. Nedense en başından beri okurken içimi bunaltacak hissine sahiptim bu kitap için. Yani şöyle ki, pek de neşeli, akıcı, sürükleyici değil de, yazarken sorgulayarak yazılmış, okurken de sorgulamak zorunda bırakacak diye düşünmüştüm. Yanlış düşünmemişim.
Mehmet Eroğlu’nun romanı “Belleğin Kış Uykusu”, 2006’da basılmış, bende 2. basımını almışım, agorakitaplığı’ndan çıkmış. Diğer kitapları da aynı yayınevinden basılmış, sanıyorum onları da temin edeceğim. Özellikle Kusma Klübü isimli romanı direk ilgimi çekti.. Bundan evvel 9 romanı daha bulunuyormuş, ilk iki yazdığı roman ise 1984 senesine kadar sansür sebebiyle yayınlanamamış.

Çok güzel bir kapak tasarımı yapılmış bence Belleğin Kış Uykusu’na. Üzeri karlar ile örtülü bir tren yolu. Aslında kitap da bunun üzerine kurulu diyebilirim. Üzeri karlarla örtülü yollarda giden bir trenin içerisinde Bay M.’nin (adını hatırlayamıyor ama kendine ait olan bir zarf üzerine M harfi okunabildiğinden M olarak anılıyor ana kahraman) “üzeri karlarla örtülü geçmişini bulma çabası” demek doğru olur mu yazar yazmaz tereddüt ettim. Çünkü sanki bu kadarla özetlemek büyük haksızlık olacak gibi..Şöyle diyelim ozaman, geçmişsiz kaldığı için hatıralarını aradığını zannederken aslında hayatı boyunca edinmiş olduğu tüm değerleri sorgulaması. Bu daha şık, daha tatmin edici bir tanım oldu sanki.. Kişiler, olaylar ve genel geçer tanımlar üzerinden (mutluluk, acı, hayat, aşk gibi), birden fazla karakterin ağzından (sadece mutluluğa odaklı bay G., sadece dalga geçmek üzerine kurulu bir yapısı var gibi duran Palyaço ve bay M. Ve Bay M.’nin geçmişinde bir şekilde yer etmiş, iz bırakmış kimseler) bir arayış sürüyor roman boyunca.

Aslında çok sıkıcı olabilecekken, olmaması başarılmış demek mümkün bence. Aynı konu bir başka yazarın elinde ölümcül bir hal alabilirdi sanıyorum : )

Kitabın arkasında da şöyle diyor zaten: “insanın, belleğin, vicdanın ve hiç şüphesiz saf sevginin kaynağını araştıran sıradışı bir roman”. Ne diyeyim, katılmamak elde değil..

Ayrıca yıllardır pek çok kimseye tekrar etmiş olduğum bir sözün benden evvel daha edebi bir dille söylenmiş olduğunu da kitabın girişinde öğrendim. Şöyle ki;

“Bir neden aramak sevgiyi yok eder..Sevilen bir şeye anlam uydurmak, yalan söylemektir.”

(Pascal Quingard)

Hiç yorum yok: