3 Eylül 2009 Perşembe

eylül başı

bir parkta oturuyorduk..
ankara'nın zengin semti çankaya'da, cepte yokken beş kuruş para, parklar paklar yazın bittiğini kabullenemeyen gönülleri ve alınır birer ince mont üste, bir battaniye akşamdan sulanmış nemi üzerinde çimenlerin üstüne sermeye. açmışız tavlayı önümüze ama iki leyla (mecnunlar çoktan dökülmüş sulara, yaz bitmeden evvel inek içmiş o suları, dağa kaçmış, yanmış bitmiş kül olmuş aşkın alevinden maşuklar, sonbahara kala kala gene iki leyla kalmış) ne tavladan haberimiz var, ne zardan.. pul pul olmuş tenlerimiz yazın ardından. biraz nem lazım belli, denizin kokusu kalmış üzerimizde, tuzu çoktan akmış gitmiş ankaranın yeraltı tünellerine..gülüyoruz ya, neye güldüğümüzün bir önemi olmaksızın, yüreklerimize çökmeye başlamış olan "sonbahar geliyor" ağırlığının ayırdına varmamak için bu vara yoğa (daha ziyade yok olanlara) gülme telaşı. bir telaş var sahi üzerimizde, yaz gelirken yaşadığımızdan başka, ozamanki telaşın içerisinde barındırdığı, o kafayı inlerimizden çıkarıp "sokaklar şöyleymiş" deme merakı. şimdi ise telaş, bir "yakalama" telaşı.. yaz bitiyor, son günlerini kaçırmamalıyız, bir daha nereden buluruz sırtımızı ısıtacak, kemiklerimize dolacak güneşi, kendimizi atalım parka ve son demlerinden demlenelim bakalım inceden diyerek..
o gün işte, o battaniyenin üzerinde dedim ki "yaz bitti" galiba.. ayağa kalktığımızda, bir iki adım atmıştım ki daha, daldan bir yaprak koptu, yavaş, salına salına geldi düştü ayakkabımın burnuna. tamam dedim, yaz bitti..
beraberinde götürdüklerine üzülüp, diğer mevsimlerin getirecekleri ile pek de ilgilenmeden, üzülerek baktık birbirimize.
şimdi mevsimler geçsin diye bekleme zamanı..

Hiç yorum yok: