18 Şubat 2009 Çarşamba

15 şubat / istanbul




ne çok zaman geçmi
ş üzerinden, ne çok su akmış artık geçmediğimiz o "eski köprünün altında"n..
bu
şehir bana eski tadını vermeyi çok uzun zaman önce bırakmış, şimdi sadece uzayan yollar, bitmek bilmez koşturmacalar, çamur ve yağmur deryaları kalmış. birden bire karşıma çıkan ENMA standının bir anlık yürek hoplatması, can yakması dışında hatırasız, anısız, içi boş bir hal almış. geçmişten bahsetmek bile o eski tadını kaybetmiş. "Nerde o eski nostaljiler" gibi hepten kısırdöngü ama ne kısırında ne döngüsünde tat var bir hal içindeyim.. yani aslında o.'nun deyimiyle bir şehri şehir yapan "o şey" eksik..

Bilmedi
ğim bir zaman kaybetmişim o heyecanı. Hareketliliği beni heyecanlandıran bu şehir şimdi insan yığını olmuş gözümde. Denizi huzur vermekten uzak, eğlencesi çoktan bıraktığım bir gençlik sevdası gibi.. İşte buna yaşlanmak diyoruz belki de sevgili dostum..

çok güvendi
ğimiz bir şeylerin (belki o, belki de kendin) aslında bir yanılsamadan ibaret olduğunu anlayalı çok ama kabul edeli az oldu. ama artık olan oldu, filikalar doldu, kurtarılacaklar seçildi ve alındı, kalanlara bir el sallamalık fırsat oldu..

kısa bir süre dolan gözlerimin bile aslında gerçe
ği yansıtmadığının farkındayım. kısa süreli duygu selimi geldiğimden beri kesintisiz yağan yağmur sildi götürdü.

"olsaydı / olurdu" kalıbının biliyoruz ki bir manası yok. "olmadı / olan bu" ile ya
şamak mecburi. tek yön.

gerçeklik duygusunu kaybetmeye mahal yok.
bu
şehrin bazı semtlerinin kendi adına uygun olarak sloganlaştırdığı gibi; "burası gerçek, burdan çıkış yok".

(sevgili selim,
muradımı söylemekten dilimde tüy bitti, yaptı
ğım tüm kumdan kaleler yıkıldı, hayallerimde yaşattığım canlılar bile güneşsizlikten bir kenara devrildi.

hayal yıkıntılarında dolanmaktan dizlerime kara sular indi, karanlı
ğa küfretmemek için taktığım ampullerin ömrü doldu, tutunduğum dalları ben kesmedim, ağır geldi hayallerim, onlar kendi kırıldı. düşğüm yerden yine de gökyüzü güzel görünüyor diye düşünürken hava kapadı. yağmurdan kaçmıyordum doluya tutulduğumda..

yine de umudumu kaybetmedim, öyle ki misal g. "ne bitmek tükenmek bilmez umudun varmı
ş kardeşim" diye bir taksinin arka koltuğunda bana bağırdı..

ya
şamak için ihtiyacımız olanın hava, su ve ekmekten çok öte olduğunu anlayalı belki de tevellütüm kadar yıl oldu. anladım ama bir faydasını göremedim.

onların, a
şkla karın doymazlarına, lafla dönmeyen peynir gemilerine, uçan sözlerine, dereyi görmeden belime doladığım paçalarımla dalga geçmelerine alışmaya çalıştım, kendi bildiğim usulle pişirmek istedim kendi hamurumu, bizzat elime alıp ben şekil vermek istedim kaderin aslında bir hamur olduğuna inanarak. ya ben çok kötü bir heykeltraşşım ya bu elimdeki hamur değilmiş dedim..

anladıklarım ile kabul ettiklerim arasında her daim bir uçurum oldu, anlamayı kabul ettiklerimi bile kabul etmeyi erteleyebildim.

sana muradımı söylerdim, isterdim de söylemeyi, kalsaydı elimde henüz söylenmemi
ş bir sözüm..)

kararlarımızı e
ğri, doğru verdik ve yolumuza baktık. boyun ağrım geçmişi düşünüp yargılamama müsade etmeyecek denli başımı ileriye doğru sabitliyor. yine de bizi kesiştiren, belki de yollarımızı aslında hiç ayırmayan bu kaderin de bir bildiği vardır elbet.



(tepede duran süper foto hüseyin kara'ya ait, deviant artta şu adreste http://huseyinkara.deviantart.com/art/ISTANBUL-75044637)

2 yorum:

Selim Isik dedi ki...

Sevgili Sinem,
Sanma ki söylediklerini anlamıyorum. Sanma ki, denizin yıktığı kumdan kalelerime hiç üzülmedim. Sanma ki, “nasıl olsa yıkılıyor, neden bu kumdan kaleleri yapıyorum ki” dediğim hiç olmadı. Sanma ki, azimle, inançla kumdan kaleler yapmaya devam ettim. Sanma ki, hayatın anlamını pazarlıyorum. Ama “hayat bu, herşey yolunda, yaşıyoruz hayatı”*

Tepedeki çimenlikten seyreylediğimizi düşün şu alemi**, yıkılıyor diye kumdan kale yapmayan çocuklar mı hoşuna giderdi, yoksa kumdan kaleler yapmaya çabalayan çocuklar mı? Eriyor diye kardan adam yapmayanları mı severdin, yoksa telaşla havuç arayanları, kardan adamın kafasına atkısını saranları mı? Sonuçta gerçekleşmiyor diye muradından vazgeçmek, nasıl olsa ölüyoruz diye yaşamamaya benzer. Mühim olan muradının gerçekleşmesi değil, muradının ta kendisidir. Sonuçlar süreçlerden önemlidir diyenler ile “aşkla karın doymazlarına, lafla dönmeyen peynir gemilerine, uçan sözlerine, dereyi görmeden belime doladığım paçalarımla dalga geçmelerine alışmaya çalıştığın” onlar aynı insanlardır. Sonuçlar süreçlerden önemli olsaydı, ölüm yaşamdan daha önemli olurdu. Oysa ölüm, hayatın çerçevesi. Mona Lisa mı güzeldir, yoksa çerçevesi mi?

Evet ben de biliyorum tepedeki çimenlikten inip aşağı yaşamın içine girince böyle gelmiyor insana. Bana da gelmediği çok oluyor. Fakat hangisi daha gerçek ve hangi gerçekten çıkış yok bir daha düşün: Tepedeki çimenlikten seyreylediğin alem mi, içinde yaşadığın alem mi?

*: Before Sunrise filmi soundtarckinde Kathy McCarthy’nin söylediği Living Life adlı şarkının sözlerinden alıntı.
** Bulutsuzluk Özlemi Tepedeki Çimenlik

shadowboxer dedi ki...

"kah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi, kah inerim yeryüzüne seyreder alem beni" olmuş bu :)

haklısın, süreçler sonuçlardan daha önemlidir ama ben hep sonuçlar ile ilgilendim, belki de hatayı da burda ettim.

en çok kaleleri yapıp, çevresel faktörlere yenilmeyen, yaptığı kaleleri kendisi tekmeleyen çocukları severim (cidden).

hayat bu, her şey yolunda olmasa da, yaşıyoruz hayatı evet..