9 Temmuz 2008 Çarşamba

check please

biliyorum,aranızda beni tanıdığını iddia edecek olanlar var. çocukluğumu bilenler, fotoğraflarımı görenler, uzun yıllar evvel benimle tanışanlar, "hiç değişmemişsin" diyecek olanlar ile, "vay be ne çok zaman geçmiş" diye düşünenler. bana bakıp zamanı ölçmek isteyenler var. zamanın götürdüklerinden bahsetmek isteyenler, değişimin olumlu olduğunu ispat etmek isteyecekler.. bir yerlere gelmiş olanlar, bir yerlerden geçmiş olanlar, olduğu yerde saydığını kimse kabul etmek istemeyecek biliyorum. (bir tane hariç, o aynı yerde, o zaten oradaydı, hemen yanımda, benimle beraber yerinde saydı -belki de kendimizi kandırıyoruz, belki de büyüdük bizde, belki de bu yeni çıkan hayatla savaşmaya çalışma modası bir akım değilde büyüme emaresi kabul etmek istemiyoruz)
tüm bu şeyleri normal karşılıyoruz. arkadaşlarımız evleniyor, boşanıyor, yavruluyor, yeniden evleniyor, yeniden yavruluyor yahut yeniden boşanıyor, bunların hepsinden hiçbir şey anlamamayı başarıyoruz. oysa eskiden böyle değildi bile demiyoruz. ilişkiler hakkında -kendimizin ve başkalarının ilişkileri- uzun uzun konuşuyoruz, buna "girl talk" deniyor, yahut "chick lang". bir sex and the city esintisi tüm kadın kadına konuşmalarda, enteresan bulunan erkekler dökülüyor ortaya, sorguluyoruz ilişkileri, nedenleri, sonuçları merak ediyoruz, akıllar alıyor akıllar veriyoruz (benimki bana zor yetiyor demiyoruz hiç..), herkes kendi tecrübelerini döküyor ortaya, hiç değişmeyen bir tek şey var o da herkesin acısının kendine biricik olması. hiç kimse aslında diğeri için gerçekten çok üzülmüyor bunu biliyoruz. bir başkasına iletmek üzere dinliyoruz hikayeleri, sonra en yakın diğer arkadaşımızı arıyor ve ötekinin başından geçenleri belki biraz daha ilginç bir hale sokarak aktarıyoruz. kendi hakkında konuşmak istemeyenler için ilaç gibi oluyor bu, çok konuşup hiç anlatmamış oluyoruz.. sonra bir anda olduğun yerde durup da soruyor musun kendine tüm bunları neden dinliyoruz? neden cevaplıyoruz? neden başka hayatlar üzerinde bu kadar durur gibi yapıyoruz?

biliyorum, aranızda benim eskiden böyle olmadığımı söyleyecek olanlar var. eskiden böyle değildin sen.. ne hoş bir cümle. eskiden derken hangi eskiden mesela? o eskiden dediğiniz günlerde daha eskilerden birileri gelip bana "sen eskiden böyle değildin" diyemez miydi mesela? hiç değişmediğini idda edenler bile değişmiyor mu ki? ve bu bir iltifat mıdır yoksa kötüye doğru bir gidişatın habercisi mi? ve her 2 durumda da üzerinde durulup düşünülmesi gereken bir mevzu mudur eskiden böyle olmamak? "eskiden"... ne kadar eskiden?

tecrübe kazanma esnasında -ki ben kazanmadığını idda edenlerdenim- mutlaka bir şeyleri yitiriyor insan. insanlığını mesela. bu konuda b. ile tekrar tartışmak istemiyorum, kendisi tecrübenin iyi bişi olduğuna inanıyor, o tecrübe kazandığı gibi hayatta da bir takım başarıların sahibi, ya da en azından bu mesafeden öyle görünüyor.

diğer yandan g.ye baktığımızda daha yakın bir profil görüyorum kendime. aslında yıllardır merak ettiğimiz sorunun cevabı bu olsa gerek, bu kadar uyumsuz olmamıza rağmen neden hala bu kadar iyi arkadaşız? çünkü diğer insanların akıllandığı, tecrübe kazandığı ve adına başarı dedikleri şeylere sahip olduğu bu dünyada, yerden azıcık yükselmiş, ne yeşeren ne ölen, ne büyüyen ne yerinden sökülen, ne kök salan ne rüzgarda devrilen 2 adet garip sopa gibiyiz. birisi bizi yere dikmiş, olduğumuz gibi duruyoruz. yontulmadan. evet böyle demek mümkün. benzeyen yanımız bu. (birisi bir gün üzerimize oturacak ve biz de görevimizi tamamlamış olacağız bana kalırsa.. hani herkesin bir misyonu varmış ya, bizimki de böle bişi olsa gerek.. kendimiz gidip kimseye batmayacağımıza göre, ancak gönüllü bir göt gelince misyonumuz ortaya çıkabiliyor, ki daha evvel başımıza geldi, daha da gelecek sanıyorum. esas anlamadığım ise o götlerin önce gelip oturup sonra bize battık diye çemkirmesidir ama bunun hakkında uzun uzun konuşacak değilim. sen ağzını yamultarak o küçümser gülümseyişinden yap onlara, ben de kaşlarımı çatıp "domuz gibi" dedikleri bakışımdan atarım. karakteristik özelliklerimizin başında bunlar geliyor ne de olsa..)

ukala diyorlar, kendini beğenmiş, fazla akıllı buluyorlar bazen, bazen çok aptal, fazla hazır cevap ve kelime oyunları ile kendine kurtuluş arayan bir sima, nasıl bilirdiniz? vallahi bilemedik ki diyemiyorlar hiç, sanki sabit bir durum varmış gibi ortada, herkes fikrini döküveriyor orataya. nedensiz hareketlerime bir anlam yüklemeye çalışıyorlar. kimse olduğu gibi kabullenmek istemiyor kimseyi. her hareketin bir anlamı olması gerektiğini düşünüyorlar. düşünmeden hareket etmeye inanmıyorlar. sonuçlarını düşünmüyorsun diyorlar bana, sanki sonuçlarını önceden bilebiliyor gibiler. ne enteresan.. satranç oynamayı beceremiyorum işte bu yüzden. ben sadece kendi hareketlerimden sorumlu görünüyorum ama başkalarının buna karşılık vereceği tepkileri de hesaplamak zorunda olduğumu söylüyorlar. yani hesaplamak, hesaplar yapmak, sonuçlardan korkmak. neden korkamıyorum peki ben? sadece bir piyonum kendimi sürüyorum bir kare daha. sonra diyorlar fil gelir seni yer, kale'm var benim diyorum, arkasına kaçarım, şahlar var bir de oyunda, onlar çok önemliler diyorlar, koruman gereken bir alanın olması lazım, benimse tek dileğim tahtanın ortasında bir o yana bir bu yana salınmak. uçuşan eteklerim ve saçlarımla uyum içerisinde olmak istiyorum. şampuan reklamında gibi takılmak istiyorum sadece. hesaplayamam kimleri yerler, nereleri ele geçirirler. hep ileri adımlar atmak istemiyorum, kimsenin yerinde yurdunda gözümde yok. işte bu yüzden yeniliyorum. bunu kabul de ediyorum ama yenilen pehlivan güreşe doymaz derler, tam tersi oluyor, yenenler geri geliyor, oyun yeniden başlıyor, yenen pehlivanlar tekrar tahtaya dönüyor, benimle oynamaktan neden zevk alıyorlar hiç anlamıyorum..mat olsak artık diyorum. mat.

aman bitmiyor işte. zamanlar geçiyor, kocaman zamanlar. dönüp bakıp hayıflananlar var bir, bir de geleceğin getireceklerinden çok korkanlar, sadece günü yaşayanlar da var, gerisini ilerisini düşünmeyenler. kendime bir grup bulmak istiyorum içerisine dahil olabilecek, hiç birinden değilim sanki. ne geçmişe bakıp geri dönmek istiyorum, ne bir adım ileri gitmek istiyorum ne de bugüne dair acayip beklentiler içerisindeyim. yaşıyoruz işte diyorum ben. hayattayız, bugün de.
prensipler edinerek kendimi hırpalayamam, polyanna gibi takılamam. bir masal kahramanı bulamıyorum kendime, benzer bir hikaye içerisinde, en çok pinokyaya benzeyebilirim küçücük burnumla, ama o da insan olmaya takmış kafasını, kafasını kırasım geliyor hikayenin o kısmına varınca, gene olmuyor. külkedisi olsam üvey annemin ağzına zehirli elma tıkar, şişman kızkardeşlerimi koşu bandına bağlar, ayakkabıyı düşürenin ben olduğumu anlamak için tüm ülkeye giydirmeye çalışan salak prensin kafasına da topuğumla vururdum sanıyorum. yedi cüceleri birbirine düşüren bir pamuk prenses yahut saçlarını kazıtan bir rapunzel de olabilirdim. saçıma tutunarak tırmanacak prens istemem gelmesin, gelecekse kendine bir merdiven inşa etsin! gratel olsam o pastadan evi komple yerdim, içindeki ile beraber. bana en çok uyuyan güzel yakışırdı sanıyorum, onda da öpüp uyandıran prensi tokatlayabilirdim, malum uyandırılınca çok sinirli oluyorum. masallardan bahsederken vahşileşmek tam da bana göreydi biliyorum, burada kesmeliyim, gittikçe sinirleniyorum, birisi dün gece 40 katlı yatağımın altında bir bezelye unutmuş sanıyorum!

daha evvel kısaca bahsetmiş olduğum gibi, gerçekten dünyada gitmek isteyebileceğim hiçbir yer de kalmadı. eskiden en azından onun hayali ile yaşıyordum (son bir kaç senedir), şimdi artık onu da istemiyorum. bu çok da ümitsiz bir hal aldığım anlamına gelmiyor, sadece her yerin bir zaman sonra hiç bir yer kıvamına geldiğini kabulleniyorum. her yer dar. her yer küçük. her yer insan kaynıyor. yalnız bir adaya falan düşmek de istemiyorum, hiç eğlenemem ozaman. hiç bir şeyden emin değilim. kendimi kendinden eminlerin ellerine teslim etsem, yönetseler beni, ne yapmam gerektiğini söyleseler, ama haklısınız, ben kimseyi dinlemiyorum, yoksa insanların tek yağtığı zaten ne "yapmamam" gerektiğini söylemek, dinleyecek olsam onları dinlerdim. dinlemiyorum. içimi dinliyorum ben. belki annemin dediği gibi "şeytanım"ı dinliyorum, o söylüyor arada, ben oynuyorum. yanlış. her şey çok yanlış evet.

annem benimle konuşmuyor. ben de annemle konuşmuyorum. ben 27 yaşındayım, o yarın bir yaş daha yaşlanıyor. hala benim hayatım üzerinde ben bile tahakküm kuramazken onun kurmasının imkanı olmadığı konusunda anlaşamıyoruz, sebep bu. ya da benim hala ona göre hatalar yapıyor olmam. hatalar içerisinde yaşıyorum ve bir şekilde ya başıma bişi gelmiyor bazen de geliyor, ama hiç ölmüyorum. bunu yeterli bulmuyor. kimse istemezdi biliyorum, çocuğunun, elleriyle boklarını temizlediği o ufacık şeyin buna dönüşmesini istemezdi sanıyorum. ama elimden geleni de yapıyorum normal bir hayat oyununu oynamak için. çoğunlukla da bunu sadece onun için yapıyorum ama yetmiyor. haklı olduğunu biliyorum. onu bilmek istemediklerinden uzak tutmaya çalışıyorum ama olmuyor. varlığı beni şu ana dek yaptıklarımın çok daha fazlasını yapmaktan geri tutuyor, ama bu kadarı da yetmiyor. kendinden çok benim için yaşıyor, kendinden çok beni merak ediyor. artık kendisini merak etmek istediğini söylüyor ama yapamıyor.
anne olunca anlarsın sinem..
olmazsam anlayamayacağım anlamına geliyor. aslında bir şekilde anlıyorum. çünkü nasıl onun hayatı benimkine bağlı gidiyorsa benimki de onunkine bağlı gidiyor. beni tutuyor, varken de, yokken de.. her 5 yapmak istediğim hatadan 1 tanesini yapmamı sağlıyor. ama bu yetmiyor. hiç bir şey değişmiyor aslında. ben onu yoruyorum, o bana bunu söylediği zamanda sinir oluyorum. en güzeli birbirimizin hayatından çıkmak diyorum, yıllardır bu böyle gidiyor, yine de ayrılamayan ama devamlı kavga eden evli çiftler gibi birbirimizden de kopamıyoruz. bu belki de anne babası ayrı olan çocukların kaderi diyorum, bir tarafa daha yakın olmak ve o bağı hep hissetmek. bundan ne denli şikayetçiyim ondan bile emin değilim. annemi özledim. ama onu görür görmez içimde kabaracak olan öfkeyi şimdiden tahayyül edebiliyorum. suçlamalar, sorular, yargılar.. hatalar benim hatalarım, annemde dünya üzerine gönderilmiş olan yargıcım. ne olursa olsun, ne olursam olayım beni hep seveceğini söyleyen, ama her hatamda çileden çıkıp benden nefret eden annem. doğum günü yazısı yazmak istiyorum ama elimden dökülenler bunlar.
böyle bişi oldum ben. bunun için özür bile dileyemem. benden başka birisini suçlamak istersen genlerim yahut tanrı ile ilgili düşünebilirsin.. tamamı benim suçum olamaz değil mi?
öf. bunu burada kesmeliyim..özür dilerim. daha iyi bir yalancı olamamam sonucu seni üzdüğüm için. başka hiç bir şey için özür dileyemem çünkü yağtığım şeyin adı "yaşamak" ve bunu senin istediğin şekilde yapamam.

yanlış evet çok yanlış, biliyorum.

2 yorum:

Puppet Master dedi ki...

gayet akici ve oldukca gerceklerle dolu. bir gun akiciliginin onune baraj kurmak birileri oalcaktir elbet S. ama eminim sen sahip oldugun anot-katot isleyisinin disinda calisan zekanla onlara gerekli yeri gosterecek ve akmaya devam edeceksindir. satranca gelince, tahta da dansetmeye devam et, zira satranc hesap yapanlarin ve hesap kitap isine oldukca kafayi takmislarin oyunudur. ben bizim gibilere daha cok, rus ruletini uygun oguruyorum. cunku ya hep ya hictir hata denen sey. ya sansli yap degilsindir.
ben oraya geliyorum. ve yakinda hepimizi kurtaracagi vaad edilen o efsanevi kahramani bulup onun gorev askiyla yanip tutusan zihnine gorevinin ne oldugu hakkinda yonlendirmeler yapacagim.
simdilik bende bu kadar.

Adsız dedi ki...

http://wen-m.deviantart.com/art/Anima-Veronica-Kiss-80457634

bıçaklarına rağmen yine de pek savunmasız o fırtına koptu kopacak tahta adı da verilen platform da...

sen yine de özgürce dolaş tahtada civarda bikaç tanıdık savaşçı varsa ki bazıları içinse tahta diğerini koruyabileceği muhteşem bir düzlüktür, cenk meydanıdır;)
sol çaprazından görüyorum seni...:)